Mutluluğu yanlış yerde aramak..
Mutluluk nedir? İnsan kadar kadim olan bu soru, insan varoldukça da değerini yitirmeyecek bir sorudur. Çünkü her devir huzur ve saadetinin peşinde koşan insan bunu nasıl elde edeceğini bilmek ister.
Filozof ve ârifler bunun cevabını vermeye çalıştı hep. Herkes nasibi miktarında bir şeyler de söyledi. Bunun cevabını hakikate en yakın veren bilge kişiler unutulmazlar ve eserleri de klasikler arasına girdi. Soru eskimediği için cevaplar da eskimiyor. Doğru cevabı verenler de, kuşkusuz insanın nasıl bir varlık olduğunu en iyi keşfedenler arasından çıkmıştır.
Günümüz insanının mutlu olamadığını yapılan araştırmalar ortaya koyuyor. Materyalist çağın insanı mutluluğu yanlış yerde arıyor çünkü. Hakiki varlığı olan ruhunu ve ruhunun irtibatlı olduğu metafizik âlemi bu arayışında devre dışı bırakınca mutluluğu sadece maddi âlem içinde arama hatasına düşüyor.
Maddeyi esas aldığından nefsinin arzularını maksimum seviyede yerine getirmeyi mutluluk saymaktadır. Bir diğer ifadeyle ne kadar haz sahibi olursa o kadar mutlu olacağını sanmaktadır. Maddi varlığının tüketme kapasitesi zaten sınırlı olan insanın bir de tüketmenin aracı olan serveti sınırlı olunca bunu gerçekleştirmesinin imkânı var mı?
Modern insanın mutluluk arayışında büyük handikaplarından bir diğeri de, sahip olduğu maddi eşyayı tanıdığı kadar kendisinin hakiki varlığını tanımamaktadır. Böyle bir derdi de yoktur maalesef. Kendisini tanımadığı için de mutluluğu yanlış mâcerada; geçici olanda araması kaçınılmaz olmaktadır.
Piyasanın tarif ettiği mutlu insan modeli; hız ve haz ekseninde maksimum seviyede tüketen ve bedenini tüketmeye açık tutan insandır. Bu yüzden olsa gerek vücudu tüketmeye ve tüketilmeye fazla cevap veremeyen yaşlılara ölü muamelesi lâyık görülmektedir.
Ne yazık ki insan farkında olmasa da, çok anlam katmanlı bir hayat arayışından çok katmanlı bir tüketim arayışına savrulmuş durumda. Birincisi; insanın kendisini, hakiki varlığı olan ruhuna yönelik bir yolculuğu, ruh ve beden dengesini, ikincisi ise; nefsinin sınırsız isteklerini tatmin etmeye ayarlı bir savruluşu ifade etmektedir.
Piyasanın büyümek için kışkırttığı psikolojik ihtiyaçlar insanın ruhu ezmektedir. Sınırlı biyolojik ihtiyaçlarının yerine sınırsız psikolojik ihtiyaçlarını tatmin etmenin peşinde koşunca insan, imkânsızın peşinde koştuğunun farkında da olmuyor, buna ulaştığını düşündüğü kimselere hased etmekten de kendini alamıyor. Hased ise kalbin âfetlerindendir. Sonuç olarak tüketme çılgınlığı kapitalist piyasa ekonomisini büyütürken insanın mutluluğunu ise küçültmektedir.
Ârif insanlar, özgürlüğü, ruhu maddenin egemenliğinden kurtarmak olarak anlarlardı. Bunun insanın maddi ihtiyaçlarını inkâr etmek manasına gelmediğini de hatırlatmaya gerek yok sanırım. Materyalist insan ise, nefsinin sınırsız arzularına sınır tanımamayı özgürlük vehmetmekte.
Bu tasavvura sahip modern insanın kanaatkâr olması mümkün değildir. Mutlu olmak için elzem olan kanaatkârlık ise piyasa kurallarına göre fakirlik ve miskinlikle eşdeğer görülmektedir.
Sosyal ve iktisadi bakımdan güçlü olan azınlığa, neden “mutlu azınlık” denmektedir? Bu yanlış perspektif daha başından mutluluğun insanlar arasından az bir zümreye has bir hâl olduğunu teslim etmekte değil midir?
Olgu da tasavvur da tamamen hatalı. Bu arızalı duruma paçasını kaptırmış dindar insanın da mutluluk sorunu yaşadığı malumdur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.