Tükenenlerin yöntemi: Üniversite olayları
Vaktiyle, biz de vatan kurtaracağımızı zannederek kavga etmiştik. Biz, sokaklarda, meydanlarda, üniversitelerde kavga ederken, Mamak’a tosladık... Biz vatanı kurtarmaya çalışırken, vatan bizden kurtuldu da rahat etti. (Şimdi bazı eblehler, bundan 12 Eylül’ü alkışladığımı çıkaracaklar ve ben onlara çok güleceğim.)
12 Eylül’den önce gençleri çarpıştıranlar, son günlerde o eski oyuna dönüyorlar. Üniversite öğrencilerinin kampüslerdeki kavgalarının geçen haftadan itibaren başlamış olması, basit bir tesadüfle izah edilemez.
Üniversiteler niçin karıştırılmak isteniyor?
Gençlerin, “çözüm süreci, âkil insanlar, Anayasa metnindeki ‘Türk’ kelimesi” etrafında çarpıştırılıyor.
“Vur de vuralım, öl de ölelim” sloganından sonra tırmanışa geçen öğrenci eylemleri, önümüzdeki günlerde de devam edeceğe benziyor.
Bana öyle geliyor ki, yapılan hazırlıklar, PKK terörü bittikten sonra yeni bir çatışma alanı oluşturmaya yönelik. Bu defa çatışma alanı üniversiteler olacak ve öğrenciler etnik çatışmaya sürüklenecek.
Toplum, bütün Kürtleri PKK’lı olarak görmeye yönlendiriliyor. PKK’nın da zaten istediği bu. Böylece PKK silah bırakıp Türkiye dışına çıkacak ama bu defa yaşanacak olan çatışmalarla, daha geniş bir taban bulacak.
Üniversitelerde kargaşa ve çatışma kimlerin işine yarar?...
PKK’nın işine yarayacağı açıktır. Çatışmalar arttıkça örgüt ile hiç bağı olmayan Kürt öğrencilere PKK el atacak ve onları “Siz Kürt’sünüz diye saldırıya uğruyorsunuz” diyerek saflarına çekecek. Bir kısım Kürt öğrenci de, can güvenliği endişesiyle, kendini PKK’lı grupların kanatları altına atacak. Bu tür çatışma ortamı, insanlık ve Türkiye için eskidir ama PKK etnikçiliği için yenidir.
Üniversitelerdeki çatışmalardan nemalanmak isteyecek diğer kitle de milliyetçiliği etnik seviyeye düşürmüş olan “etnikçi Türkçüler”dir. Kendilerini 20. yüzyılın tedavülden kalkmış değerleriyle donandırıp yeni dünyayı okuyamayan “etnikçi Türkçüler” için, bu dönem, son şanstır. Bunun farkında oldukları için, şimdi bütün kartlarını açacaklar. Bu kartların güya en güçlüsü de, üniversitelerde yaşanacak olan etnik çatışmadır. Ülke, millet ve insanlık için hiçbir yeni değer üretmeyen “etnik Türkçüler”, lümpen kültürün motive edici bisit duyarlılıklarından hareket edecekler; yöntem olarak da “doğruyu söylemek” değil, “yüksek sesle söylemek” yöntemini kullanacaklar. Unutulmasın k, her “yüksek ses” kavgayı doğurur.
“Etnik Türkçüler” için malzeme hazır: “Türkiye bölünüyor; Anayasa’da Türk kelimesi geçmeyecek; âkil insanları şehirlere sokmayacağız.”
Bunlar, 3 sene öncesine kadar fikirlerine güvenip danışman yaptıkları Vedat Bilgin’i konuşturmayacaklar şimdi... Ne yaman çelişki ama!...
Ahmet Taşgetiren, Mustafa Armağan, Fadime Özkan, Abdurrahman Dilipak, Hasan Karakaya, Hayrettin Karaman, Fehmi Koru, Sibel Eraslan, Beril Dedeoğlu, Abdurrahman Kurt, Ahmet Gündoğdu, Rifat Hisarcıklıoğlu, Deniz Ülke Arıboğan, Yıldıray Oğur, Kezban Hatemi, Avni Özgürel gibi isimlere “vatan haini” damgası vuruluyor.
Vedat Bilgin ve Avni Özgürel’e “vatan haini” damgasını başkası vursa gam yemem. İkisini de taa 1976’dan beri tanırım. İkisi de ülkücü hareketin deve dişi isimlerindendir. O yıllarda Vedat Bilgin’in yazmadığı ülkücü yayın organı yoktur neredeyse. Avni Özgürel de, 12 Eylül karanlığını Yeni Sözcü dergisi ile aydınlatan biridir.
İktidar ve üniversite yönetimleri gafil davranırlarsa bundan sonraki gerilimin adı bütün Türkiye’ye, üniversiteler vasıtasıyla yayılacak olan “etnik çatışma”dır. Yani kazanda “etnik çatışma kurbağası” var ve ateşi gititkçe harlandırılıyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.