Irmak
Aslında bir kanoya da binmiş olabilirdi. Akıntılı, girdaplı, nereye gideceği, hangi dönemeçten sonra ne yapacağı belli olmayan deli ırmağın hızlı sularındaki cevelana kanoyla akıp gitmek de yaraşırdı. Irmağın kıyısında suya eğilmiş söğüt dallarına çarpmamak için, çavlanların üstünden daha korunaklı biçimde aşağıya kaymak, aşağıda burgaç yapan köpüklerin arasında yönünü küreklerle belirlemek daha kolay olabilirdi.
Ne ki, o, bu hızla akan ırmağın dalgacıkları arasında yukardan sel sularıyla taşınmış olan bir kütüğü yakalayabilmişti. Yanında yoldaşları vardı. Her biri kütüğün bir yerine yapışmış, korku dolu çırpınışlarla sürükleniyorlardı. Kütük birden bir kayaya tosladı. Yeniyetme delikanlıların her biri bir yana savruldu. Savrulanların hepsi, biri dışında, ırmak yatağı boyunca uzayan milli, kayalık kıyıya çıkmayı başardı. Aslında ırmak kendi yatağının bir yerlerinde başka ırmaklarla karışıp bütünleşerek denize ulaşıyordu ve yeniyetmelerin beklediği de ırmak boyunca devinip denize ulaşmaktı.
Kütüğün yuvarlanan gövdesine sarılı kalmış olan yeniyetme delikanlı ikinci savruluşta koptu, şimdi deli suyun ortasında bir başına duruyordu.
Aklından geçirdiği bir tek mısra vardı –ve de ona mısra mı yoksa özdeyiş mi demeli, yoksa daha yakışıklı bir deyim mi bulmalı: bu bile o çılgın sürükleniş anında kafasının içinde döneniyordu-. Yüzlerce yıl önce bir panayırın kalabalığına irat edilmiş bir hitabenin içinde geçen bir cümle: ölüm ırmağının girilecek yerleri çoktur, fakat çıkılacak yeri yoktur!
Oysa o, arkadaşlarının her biri bir yana savrulmuş olan delikanlı kendini ölüm ırmağına girmiş saymıyordu. O, ırmağın kıyısında arkadaşlarıyla birlikte suya girmeye hazırlanırken, elbisesini özenle katlayıp bir kenara koyup suya uygun giysisini üzerine çekerken bir hayat ırmağının sularına dalmayı düşlüyordu.
Deli suda ellerine geçirdikleri sel sularından arta kalan kütük onları salimen denize ulaştıracaktı, öyle olacağını umuyorlardı! özlemleri, ulaşmak istedikleri hedef denizdi! Ulaşılan denizde bir yunus nasıl olsa onlara yardım ederdi. Yunuslar denizin bütün girintisini çıkıntısını bilirdi. Yunuslar dalgalarla nasıl baş edileceğini bilirdi.
Ama olmadı. Darmadağın olmuş, parçalanmış ırmak dalgacıkları arasında savrulup kalmışlardı.
Gene de tutunabildiği bir kaya parçasında akıp giden suya bakarken şöyle düşünüyordu: acaba içine girdiği, içine girip sürüklendiği ırmak ölüm ırmağı mıydı, yoksa hayat ırmağı mı? Yoksa adı ne konulmuş olursa olsun, akan ırmak aynı ırmak mıydı? Irmağın adı ne konulmuş olursa olsun, o, eline geçirdiği kaya parçasına tutunmaya devam mı etmeliydi? ödevi ona acaba ne yapmasını buyuruyordu?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.