Şehrimizden Âkiller Geçti
Âkiller Heyetini kimimiz sevdik, kimimiz sevmedik. Herkes, heyetin kendi görüşünden insanlardan meydana gelmesini arzu ediyormuş demekki. Vaktiyle de söylemiştik; bu heyet ne sizden, ne bizden ne onlardan; bu heyet bütün Türkiye’den. Türkiye’de ne varsa, heyette de o var. (Nasrettin Hoca fıkrasındaki ne gelen, ne de bırakılınca giden hırsız pozisyonunda olanlar hariç; heyetlerde Türkiye’nin tamamı temsil edilmiştir.)
Heyet çalışmasının bir PR çalışması olarak da önemini vurgulamıştık daha önceki yazılarımızın birinde. Basından takip ettiğimiz kadarıyla bu heyet bazı şehirlerimizde oldukça önemli faaliyetlerde bulunmuşlar. Pek çok şehirde, dinamik ve nitelikli konuşma-tartışma ortamlarının sağlandığını, gene basından takip etmiştik.
Heyetin, sivil toplum kuruluşlarıyla yaptığı toplantılarda, yeni Türkiye’ye dair güzel görüşlerin konuşulup tartışıldığını duyup okuyunca, Muğla’ya gelmelerini heyecanla bekledik. Bekledik ama Muğla’da dağ fare doğurdu.
Muğla ziyaretleri düzenlemesini heyet yapmamış; toplantıları ve oluş şekillerini, yerel yönetimler belirlemiş.
Muğla’da saat bilmem kaçta burada, bunlarla; saat bilmem kaçta şurada, şunlarla; saat bilmem kaçta orada, onlarla şeklinde düzenlenen toplantılarda, heyetin toplumun nabzını yeteri kadar tutamadığını tahmin ediyorum.
Belirli yerlerde, belirlenmiş insanlarla yapılan toplantılarda, maksat hâsıl olmaz. Bu tür toplantılara katılanlar, fotoğraf çektirmeye giden insanlar gibidirler. Yani zihinlerini o an için kurgularlar ve belki de objektife poz veren insanlar gibi, bir yerlere poz verme gayretiyle sınırlanmış zihin yapısına göre düşünür ve hareket ederler.
Bu tür kitlelerden iş çıkmaz.
Değişen Türkiye’nin nabzı, tabanın nabzını tutmaktan geçer. Tabının nabzı da, kılcal damarlardan tutulur. Toplumsal olaylara, sadece kalın damarlara bakılarak nabız tutulursa, sağlıklı neticeler elde edilemez. Kaldı ki, kalın damarların toplumsal temsiliyeti her yerde aynı nitelikli yapıyı göstermeyebilir. Bu yüzden, sonuç alıcı PR çalışmalarının hedef kitlesi, kılcal damarlardır; yani tabanın ta kendisidir.
Âkiller Heyeti, Muğla’dan somut olarak nasıl bir birikimle döndü bilemiyorum ama ne yazık ki, heyetin Muğla’ya gelişi, hiçbir entelektüel dalgalanma yaratmadı. İyi niyetle geldiler ve büyük bir efor harcayarak gittiler. Ama ne yazık ki, yerel yönetimce yapılan düzenleme yüzünden, “izole geldiler, izole gittiler.” Ne Muğla’nın nabzını tutabildiler ve ne de Muğla’yı etkileyebildiler!... Konuşulanlar salonlarda kaldı, sokağa, kahvehanelere taşmadı.
İlle de “Protestolar olsun; gerilim çıksın...” falan emelini taşımıyoruz. Çünkü, protestoların bir işe yaramadığını; fikri tükenmişlerin baş vurdukları ilkel yöntemden öte gidemediklerini göstermekten başka bir fonksiyonu olmadığını gördük.
Acaba, diyorum; yerel yöneticiler, olay çıkmasından mı korktular da Âkiller Heyeti’nin Muğla ziyaretini steril ortamlarda gerçekleştirdiler? Şayet böyle bir amaçla hareket edildiyse, çok yanlış bir yol izlenmiş demektir.
Ben, protestoları, biber acısına benzetirim. Bugüne kadar acısı geçmemiş biber acısı olmadığı gibi, etkisi kaybolmamış protesto da yoktur. Protestolardan korkmayacaksın arkadaş!... Demokraside, alkışlar da olacak, protestolar da... Hazmedeceğiz.
İyi be, hiç eleştirilmeyelim, hiçbir olumsuzlukla karşılaşmayalım diye, hiçbirşey yapmayalım!...
Demek ki son derece idealistçe hazırlanmış bir proje, çok basit bir mantık ve kurgulama hatası yüzünden kadükleşebiliyormuş. Hani o “O güzelim teoriyi, pis bir hayat gerçeği mahvediyor.” cümlesinde dendiği gibi, Âkiller Heyeti projesi, Muğla’da beklenen etkiyi doğurmadı.
Kısacası, heyetin Muğla ziyaretinin stratejisini, heyeti kuran irade eğil, protesto korkusu belirledi ve tabii ki, böyle olunca da, ziyaretten maksad hâsıl olmadı.
Heyetin Muğla ziyaretinin benim için önemi, yazılarımızla tanıştığımız Hasan Karakaya ve Fadime Özkan ile yüzyüze tanışmış olmamız ve yıllardır yüzyüze görüşmediğimiz Avni Özgürel ile yıllar sonra tekrar görüşebilmemizdi.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.