Laik rejimin adalet sistemi-2
Nasıl biçimlendirildiğine baktığınızda, “Laik rejimin adalet sistemi” hakkında gerçekçi ve doğru kanaate ulaşacaksınız. “Müslüman toplum”a uygulanan bu sistemde “İslam hukuku”na yer olmadığını, sistemin, İslam hukukunu iptal ederek kurulduğunu göreceksiniz.
“Laik rejimin adalet sistemi”nin, “Roma Hukuku”na dayanan Avrupa hukuk metinlerinin tercümesiyle teşekkül ettiğini biliyor olmalısınız. “İslam hukuku” terk edilerek Avrupa hukukuna geçiş Tanzimat’la başladı. 1850’de “Fransız Ticaret Kanunu” alındı. 1858’deki “Ceza Kanunname-i Hümayunu” da “Fransız Ceza Kanunu”nun tercümesiydi. Bu eğilim Cumhuriyet’le birlikte adaptasyona dönüştü. “Hukuk reformu”yla her alanda Avrupa kanunları iktibas edildi. 1926’da “İtalyan Ceza Kanunu”, “Alman Ticaret Kanunu”, “İsviçre Medeni Kanunu” ve “İsviçre Borçlar Kanunu” tercüme edildi. 1927 tarihli “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu”, aslında “Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu”nun; “Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu” ise, “İsviçre Neuchatel Usul Kanunu”nun tercümesiydi. 1932 tarihli “İcra ve İflas Kanunu” da “İsviçre İcra ve İflas Kanunu”ndan tercümeydi. Yani Laik rejimin adalet sisteminin temelindeki hukuk, Avrupa’dan tercüme edilen, “İslam Hukukuna aykırı hukuk metinleri ve hukuk anlayışı”dır.
Bunların üzerine “Fransız Laikliği”ni de eklediğinizde, “Laik rejimin adalet sistemi” teşekkül etmiş oldu. Ardından, “adaletin nasıl sağlanacağı”na dair uygulama metinlerinin ve icraatlarının esas niteliğini biçimlendiren üç kaynağı görüyoruz: “Takrir-i Sükûn Kanunu”, “Hıyanet-i Vataniye Kanunu” ve “İstiklal Mahkemeleri’nin yargılama usûlü.”
Takrir-i Sükun Kanunu uyarınca Hükümet, her türlü İslami akımı ve faaliyeti, yargı kararı olmaksızın yasaklamaya ve “en ağır şekilde cezalandırılmak üzere” mahkemeye sevk etmeye yetkiliydi. Hıyanet-i Vataniye Kanunu uyarınca, “dini içerikle cemiyet kuranlar” da “vatan haini” sayılarak idam edilecekti. Bu iki kanunun uygulanması amacıyla kurulan “İstiklal Mahkemeleri”nin yargılama usûlü ise, “sanığın idamına, muhakemenin bilahare yapılmasına...” türünden kararlarıyla sistemin nasıl uygulanacağını göstermişti.
İşte bu üç ana temel üzerine biçimlenen ve hâlâ da aynı esaslar üzerinde süregiden Laik rejimin adalet sistemi, “temel hak ve hürriyetler”i iptal ederek İslam’a dair her simgeyi, sözü, düşünceyi, eylemi ve yaşama biçimini yasakladı, bastırdı, sindirdi ve cezalandırdı. Bu niteliğiyle “İslami yaşantı”nın alanını olabildiğince daralttı, bireyin ve toplumun “İslam’ın kaynakları”yla irtibatını kopardı. Böylece adalet sistemi, “toplumu dönüştürme” ya da “rejime göre bir toplum üretme” işlevini üzerinde yürüdü.
Laik rejimin adalet sisteminde dine yer yoktur. Devlet dini ve dindarı baskılar ve din, “devletin siyasi-ideolojik esasları”na göre biçimlendirilir. Bu haliyle adalet sistemi, “politize yargı mensupları”nın kararlarına ve “ideolojik tarafgir idari makamlar”ın uygulamalarına mahkûmdur. Yasalar ise “adaleti sağlama”sı için değil, “Laik rejimi ayakta tutma”sı için yapılır. Bu yüzden hukuk adaleti sağlamaz, tahakkümü getirir. Çünkü hukuku uygulayanlar, “resmi ideoloji”ye “militanca bağlılık”la bağlıdır, başka bir unsura göz açtırmazlar. Yargı “hukuk”la değil, “ideolojik refleksler”le işler. Adalet sistemi, esas karakterini “İstiklal Mahkemeleri”nin yargılama usûlünden, “Takrir-i Sükûn Yasası”ndan, “İttihat ve Terakki” ideolojisinden, “Ulu Önder” bağlılığından, “Milli Şef” uygulamalarından ve “halkı potansiyel suçlu görme zihniyeti”nden alır.
Laik rejimin adalet sisteminin temelinde “adil yargı” değil, “ön yargı” vardır. Buna göre, bireyler ve toplumsal kümeler, rejimi devirebilecek ve bu yüzden sürekli baskılanması gereken “potansiyel suçlular”dır. Bireye ve sosyal kümelere bu gözle bakılınca, adalet sisteminin temelini yargıdan önce, önyargı tutar. Bu önyargının hedefinde, toplumun inancı, yani İslam vardır. İslami nitelik taşıyan her şey bastırılır, sindirilir, iptal ve imha edilir, İslam’a göre yaşamak isteyen en büyük suçludur; adalet böyle sağlanmaya çalışır. Yani adalet, Laik rejimi ayakta tutma mekanizmasından ibarettir.
Bu yüzden, adalet dağıtılırken “insan hakları” bir kriter değildir. Adaleti dağıtanlar tarafsız davranmazlar, resmi ideolojiyi ayakta tutmayı kendilerine ilke edinmiş “rejim bekçileri”dirler. Haliyle bunlar, rejimin muhaliflerini şiddetle ezmeyi, sindirmeyi, baskılamayı, gözetim ve denetim altında tutmayı ilke edinmişlerdir.
Laik rejimin adalet sistemi “İslam’ı hayat sistemi olarak benimseyen”lere adalet sağlamaz. Çünkü “el-Adl”e dayanmaz. O yüzden Laik rejimin adalet sisteminden “adalet” beklenilmez. “İlahi hudutlar”a uymayan, üstelik “İstiklal Mahkemeleri”nin karar verme mantığı üzerine kurulu adalet sisteminden hangi adaleti sağlaması beklenebilir?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.