Biz Kendi İşimize Bakalım
Vaziyetimiz bir yandan çok kötüdür. Kendimize karşı yabancılaşmışız. Bir nesil İslam’dan uzak eğitilip yetiştirildi. Fakat bir yandan da çok iyiyiz. Kaynaklarımız ortada. Kalabalığımız da var. Sorun kemiyete keyfiyet kazandırmadır. Zor ama zevkli bir çaba. İşin farkındaysak, bundan istesek de kaçamayız.
Düşmanlarımızın çokluğunu bahane edip kendimizi inkar etmek ve emperyalist amaçlı saldırılarına karşı cihaddan kaçmak, ayrı bir gaflet ve İslâm’ı idrakten uzak olmaktır. Bu konuda çok şeyler söylemenin yeri şimdi burası değildir.Ancak şu gerçek herkesçe bilinir ki kıymet ve ehemmiyet keyfiyettedir, kemiyette, yani sayıca çoklukta değildir.
Onun için küfür ehli de "Ekseriyet bizdedir, biz üstünüz" diye asla sevinmesin. Müminler de "nice az toplulukların, Allah'ın izniyle nice çok toplulukları yendiğini”, "Zaferin Allah'ın katında olduğu ve onu dilediğine vereceğini", evet, bu gerçeği unutmayarak ye'se düşmesinler, üzülüp kahrolmasınler. Allah'a tevekkül ile kendilerine düşeni yapmaya gayret etsinler.
Tek tek örnek vermeye gerek yok, bütün Peygamberlerin hayatı ve tarihin şehadeti işte gözler önünde olan gerçeklerdir.
Kendimize düşeni yapmak, en önemli ilkelerimizden biridir. Bunu geçen yazımızda kendilerinden söz ettiğimiz Afganlılardan çok çarpıcı olarak duymuş ve idraklerine hayran olmuştuk.
Rusların Afganistan’ı işgali üzerine mücahitlerin direnişe geçtiğini haber alınca, ülkemizde ve başka yerlerde insanlar iyi niyetle ve acıyarak şöyle söylemişlerdi:
“Direnmekle yanlış yapıyarlar. Çünkü kızılordu çok güçlü, kendileri ise çok zayıflar. Düşman onları ezer geçer. Kökünü kazırlar Afganlıların. Direneceklerine teslim olsalar da ileride, uygun bir zamanda, sayıları çoğalınca ve şartlar kendi yararlarına olunca yeniden savaşsalar, daha iyi olur. Bu faydasız, ahmakça bir direniştir. Bu, temelli yok oluştur”
Evet, bunu bizim bu ülkenin insanları söyledi. Yani Çanakkale ve kurtuluş savaşanı görmüş olanlar veya onların evlatları söyledi. Sanki o savaş, benzer şartlarda yapılmamış gibi.
Her neyse, Afganlıların buna cevabı gerçekten iman, idrak ve cesaretle doluydu. Demişlerdi ki:
"Bizim vazifemiz savaşmak, bunda da bir kaybımız yok; ölürsek şehidiz, kalırsak gazi. Zafere gelince, o Allah'ın işidir. Dilerse verir, dilerse vermez. Biz onun işine karışmaz, kendi vazifemizi yaparız."
Bir zamanlar Cengiz’in ordusunu mağlup ederek Müslümanları büyük bir badireden kurtaran kahraman mücahid Celaleddin Harzemşah da, bir münasebetle şöyle demişti: "Benim vazifem, Allah'ın emrine uyarak cihâd etmektir. Muzaffer veya mağlup etmekse O'nun vazifesidir. Ben, kendi vazifeme bakar, Allah'ın vazifesine karışmam."
İslâm tarihindeki muzafferiyetlerin arkasındaki sır da işte budur: Böyle bir iman, böyle bir teslimiyet...
Öyle ise hiç bir mü'min, düşmanın çokluğuna bakarak çalışmaktan, cehd ve gayretten, çabalamaktan, hatta gerektiğinde Allah için savaşmaktan, yani cihattan kaçamaz.