Caminin meyzini yok!
Bu Ankara havasını herkes bilir. “Misket” diye ünlenmiştir. Düğünlerin vazgeçilmez ezgisidir.
Caminin meyzini yok / İçinin düzeni yok…
Caminin müezzini yok, içinin düzeni yok…
Buraya kadar olan mısraları aynen aldım.
Fakat işte bu iki mısraı günümüze uyarlıyorum:
Çok şerrefsiz gördüm / Bunlardan şerrefsizi yok!
Evet! Bir zamandır medya mahallesinde “şerrefsiz!” diye naralanıyorum, bir de bakıyorum ki, bir hayli baş uzanmış, “o benim işte!” diye...
Bilhassa da Hürriyet’ten iki pişmiş kelle!
Mevzu Gezi ve Gezi olayları sırasında Dolmabahçe’deki Valide Camii… 19. Yüzyıl’ın bu sahil camii, herkesin malûmudur. Namaz kılarken kendinizi denizin üstünde hissedersiniz.
İşte bu cami, Gazi çapulcularının hücumuna uğradı. Kapıları zorlandı, içeri girildi, mülevves ayakkabılarla müminlerin secde ettiği halılar çiğnendi… Mihrapta, minberde uygunsuz şekilde oturuldu, mabedin bazı eşyası tahrip edildi.. Cami, bir süreliğine camilikten çıkarıldı…
İstanbul’u bundan doksan küsur yıl önce işgal eden İngiliz, Fransız, İtalyan ve daha bilmem ne askerleri dahi bunu yapmamıştı.
Böyle zamanlarda, böyle mekânların görevlilerinin işi zordur. Olay çıkarmak için gelmiş güruha ne söyleseniz boştur. Onlar bir maksatla kapıya dayanmıştır ve o hayasız akını birkaç kişinin durdurması imkânsızdır.
Evet, cami işgal edilmiştir! Ondan sonrası teferruat!
“İçki içildi mi içilmedi mi?” Elbette bu da önemli.
Fakat daha önemli olanı muhterem Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez açıklıyor:
“Bir mümin olarak, bu cübbeyi, bu sarığı giymiş bir din hizmetkârı olarak herhangi bir olayda, suçu ne olursa olsun, dini, rengi ne olursa olsun... Bir insan can havliyle yaralı olarak bir mabete sığınırsa o bize Allah’ın emanetidir. Ancak bizim burada kabul edemeyeceğimiz çok önemli bir husus var. İçinde her türlü şiddeti barındıran bir kalkışma hareketinde bir camiyi üs olarak, karargâh olarak kullanabilir miyiz, kullanamaz mıyız? Kamuoyu daha çok içki içildi mi, içilmedi mi tartışması yaptı. Ama bence, daha çok üstünde durulması gereken nokta burası. Biz bunu kabul edemeyiz. Rapordan anlaşıldığı kadarıyla önceden oraya getirilen tıbbi malzemeler ve diğer malzemeler bunu gösteriyor. O camide namaz kılan cemaat olarak, vatandaş olarak kabul edemeyiz.”
Başkan bu konuşmayı neden sonra yapıyor?
Konuyla ilgili soruşturma tamamlandıktan, dosya tekemmül ettikten sonra. Her şeyin sayımı, dökümü yapılmış. Neler olup bittiği kayda geçirilmiş. Hasar tespit raporu hazırlanmış… Camiin görevlileri tanıklık etmiş.
Başkan, konuşmasında cami içindekilerin hepsinin tavrının aynı olmadığını, objektif olarak anlatıyor. Camiye saygı gösterenler de var, göstermeyenler de. İçki içen de var, soyunan da…
İnsan olan, gerçekten meslek hassasiyeti olan, haysiyetten bî behre olmayan konuya at gözlüğü ile bakmaz.
Müezzinin sırtından Müslümanlara saldıran iki kalemşörde, bir vakittir tık yok. Hani başı örtülü kadın yazarları tahrike çalışan Özpostal, neden susuyor? Müslümanı Müslümana kırdırmak için sınırları zorlamaktan başka işi olmayan Özdil dut mu yedi?
Bu arada Başkan bir televizyona konuşuyor, haberi Radikal’de ayrı, diğer yayın organlarında ayrı yer alıyor.
Mesela Radikal’de, “Mihrabı tekmeleyen de var!” ibaresini göremiyorsunuz.
İşte bu ikisi, eğer o sırada camide olsalardı her halde mihrabı tekmeleyenler arasında yer alırdı!
Gazetelerinde yaptıkları da bundan başka bir şey değil!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.