“Aynısını Yaparlar”
Rahmetli Kadir Çavuş (Kızdırıcı) Hocamız anlatmıştı. Devir “Halk Partisi” devridir. Kahramanmaraş’ın Divanlı Camiinin müezzin efendisi minareye çıkar. Sağına soluna bakar, etrafta zarar göreceği kimse yoktur. Elini atar kulağına ve neşeyle ezan okumaya başlar: “Allahu Ekber, Allahu Ekber.”
“Ne olur ne olmaz” diye aşağıya bir daha bakar. Bir de ne görsün, Kuyucak yokuşundan yukarıya doğru kendi tabiriyle “tengirşek şapkalı” birisi gelmektedir. “Eyvah!” der içinden ve hemen çevirir ezanı: “Tanrı uludur, tanrı uluduuuur.”
Aşağıdaki fotör şapkalı adam başını kaldırır ve bağırır müezzine: “Ben de sizdenim lan, ben de sizdenim. Doğru oku şu ezanı.”
Bir “oh!” çeken müezzin ve asıl ezanı doğru okumaya devam eder.
Rahmetli ağlayarak anlatırdı bize bu “asılsız ezanın” nasıl gelip nasıl gittiğini. İlk defa Cuma namazında Kahramanmaraş’ın Ulu Camiinde bu uyduruk ezanın okunacağı zaman gelmiş. İmam hutbe için minbere çıkmış ve oturmuş. Ama herkes imama değil, arkaya dönmüş vaziyette. Çünkü biraz yüksekte yapılmış müezzin mahfelinde herkesin gözü. Derken Kayserili bir âmâ hafıza işaret etmişler. O da ayağa kalkarak “Tanrı uludur, tanrı uluduuuur” deyince caminin içinde bir feryat, bir ağıt başlamış. Merhum sevgili hocam anlatırken iki gözü iki çeşme şöyle diyordu: “Ne ana kaybetmiş, ne evlat kaybetmiş gibiydi. Bütün bir cemaat feryat ederek bağıra bağıra, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Sadece insanlar değil, duvarlar ağlıyordu hoca efendi, amitler ağlıyordu.”
Yanımdaki gözü yaşlı delikanlı “amit ney Hocam?” diye sorunca, ben de sesim titreyerek “direk demek kardeşim, sütun demek” demiştim içimdeki ironiyle!
Kadir Hocam anlatmaya devam ediyor: “Sonra gün geldi, CHP gitti, yerine Demokrat Parti geldi. Menderes ezanı esas şekline çevirdi. Yine bir Cuma günüydü. Millet Ulu Camiin avlusunda bekliyor. Kimse içeri girmiyor. Herkes nefesini tutmuş ezanı bekliyor. Bir yanda insanlar, bir yanda kurbanlık koyunlar meleşiyor, bir yanda kurbanlık danalar böğrüşüyor, bir yanda millet sessiz sessiz ağlaşıyor!
Derken vakit geldi, müezzin “Allahu Ekber, Allahu Ekber” deyince bir feryat koptu. Bu sefer millet sevinçten ağlıyordu. Kurban kesenlerin tekbir sesleri, kurbanlık hayvanların böğürtüleri de bu ağıtlar arasına karışmış gidiyordu…”
Mücahit tabiatlı merhum Kadir Çavuş hocam, gözlerini sildikten sonra devam etti: “Biz neler gördük hocam, neler gördük. Burada şimdi dindar geçinen nice öğretmenler çocuklara piyes oynattılar. Falan da sahneye çıkardığı eşeğin başına sarık sardı, “işte hoca” diyerek alimlerimizle alay ettiler.”
Biraz soluklanan hocam birden celallendi ve “Yemin ederim ki bu gün onlar gene gelse emin ol aynısını yaparlar ve bu gün sofu geçinen o adamlar yine eşeğin başına hoca diye sarık sararlar. Siz onları bilmezsiniz hocam. Allah onlara fırsat vermesin!” diye haykırdı.
Ben de azıcık bilirdim. Yetmişli yılların sonunda Karaoğlanın kahraman günlerini memur olarak yaşadım, ama bizimkisi dedelerimizin ve babalarımızın yaşadıkları yanında devede kulak kalırdı herhalde.
Bu zulümler sadece bizim şehrimizde mi oluyordu?
Maalesef hayır. Bütün vatan cephesinde böyleydi. Bu gün elimde bir kitap var; “Yeni Nesillerimizi İnşa Eden Alimlerimiz I-II” Erkam yayınlarından çıkan bu kitapta Mehmet Solmaz’ı okuyorum:
“Bizim köyde vergi memurları geldiği zaman aileler koyunlarını, keçilerini, yemek kaplarını mutlaka saklarlardı. Vergi memurları da ayrı bela idi. Onunla ilgili şöyle bir hatıram var.
Köyümüzde Deli Hamza diye bir zat vardı. Deli değildi ama lakabı öyle idi. 1948 li yıllarda caminin damına çıkıp "Allahu Ekber - Allahu Ekber" diye ikindi ezanı okumaya başlıyor.
Vergi memuru muhtarın odasında oturuyormuş. "Kim bu ezan okuyan?" diye soruyor. "Efendim Deli Hamza, aklı yok" diyorlar. Vergi memuru diyor ki; "aklı olmasa ezan okuyamaz, çağırın gelsin" diyor ve getirtiyor. Muhtarın avlusunda o kadar yalvarmalara rağmen Deli Hamzayı ayağının altına alıyor ve çiğniyor. Malum o zaman ezan "Tanrı uludur, Tanrı uludur" diye okunurdu.
50'den sonra bu zulümler yavaş yavaş kalkmaya başladı. Tahsilimiz rahmetli amcamdan köyde Kur'an-ı Kerim okumakla başladı. Kendisi hafız değildi. Kur'an'ı kendi gayretleriyle öğrenmişti. Ama Kur'an okutmaya meraklı idi. Bu sebepten nahiye müdüründen, jandarma başçavuşundan azar işitmiş, zaman zaman da karakola çağrılmış.”
Şimdi açık oturumlara katılan CHP liler “Cumhuriyet döneminde dine ve dindarlara hiç baskı yapılmamıştır” diyorlar. Onlara göre milletin çektikleri masal.
Bundan da anlaşılıyor ki, onlar geçmişte yaptıkları zulmü zulüm saymadıkları için, şimdi gelseler aynen yapacak ve bunu da zulüm saymayacaklar. Halk bunu anlar.
Ama halkın anlamadığı bir şey var. Şu Milliyetçilikten dem vuran partilere de ne oluyor? Hep mazlum, milliyetçi, muhafazakar, mağdur halkın oylarını alıyor da nasıl oluyor CHP nin peşine takılıp gidiyor? Nasıl oluyor da milletin iradesini devlete yansıtmaya yarayan Anayasa değişikliklerine karşı çıkıyor?