Müslümanları parçalayan sınır çizgileri
Elinize dünya haritasını alıp “İslam Coğrafyası”ndaki ülkelerin sınırlarına bir bakın. Ne görüyorsunuz? Birkaç ülke hariç, “sınırların harita üzerinde cetvelle çizildiği”ni ve bunun “sınır çizgisi” olarak kabul ettirildiğini... İşte Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin sınırları...
Sonra, sınırları “doğal” gözüken o birkaç “halkı müslüman ülke”nin yakın tarihlerine bakın. Ne görüyorsunuz? Eğer sınırları harita üzerinde, cetvelle çizilmeden belirlenmiş ise, o ülkelerin de “sınır boyları”nda “pek çok problemle meşgul” olduklarını ve bu yüzden, “gelişme”ye, “güçlenme”ye mecal bulamadıklarını... İşte Türkiye ile Doğu ve Güney komşuları arasında, Pakistan ile Afganistan ve Hindistan arasında “sınır” kaynaklı sorunlar...
Daha sonra, “emperyalist paylaşım”ın eseri olduğu besbelli sınırlarla birbirinden ayrılmış her bir İslam ülkesinin içindeki “müslüman halk”ın haline bakın. Ne görüyorsunuz? Aynı sınırlar içinde yaşayan müslümanların bile küçük küçük parçalara, türlü türlü gruplara ayrıldığını; her grubun birbirine düşmanca davrandıklarını; farklı istikametlere doğru yol alıp, ayrı ayrı meşguliyetlerle mensuplarını oyaladıklarını... Karşısındaki düşman birlik ve beraberlik içinde İslam’a ve müslümanlara karşı savaşırken, en hayati konularda bile bir araya gelemeyen bu müslüman grupların, zaman zaman birbirlerini öldürdüklerini görmedik mi?
Son olarak da her bir grubun içindeki “müslüman bireyler”e bir bakın. Ne görüyoruz? Bütün müslümanların “Ümmet-i Muhammed bütünlüğü” ile bir araya gelip “vahdet”i sağlamaları, aralarındaki her türlü “emperyal ayrılıklar”ı ve “tefrika sınırları”nı kaldırıp “Ümmet Birliği”ni sağlamakla yükümlü olduklarını, küfre karşı “tek vücut gibi” birlik ve beraberlik içinde olmaları lazım geldiğini bilmeyen; “grup yapısı” içinde bulunmakla varlığına anlam kazandırdığını zanneden; “basit tatminler”le yetinen ve Allah’ın verdiği aklı ve imanı heba eden “birer yalnız fert” olduklarını... İşte, öyle başkalarına bakmaya da lüzum yok, kendi halimiz bile bu acı gerçeği göstermeye yeterli değil mi?
Bundan sonra da şöyle bir doğrulup etrafa bakın. Ne görüyoruz? “Küresel emperyal habis güçler”in “Ümmet-i Muhammed”in üzerine nasıl üşüştüklerini, İslam coğrafyasının yeraltı ve yerüstü kaynaklarını nasıl talan ettiklerini, hatta İslam’ın siyasi, sosyal, kültürel, iktisadi, hukuki, imani, ibadi ve diğer bütün hususiyetlerini nasıl “asıl kaynaklar”ından uzaklaştırdıklarını, her türlü yolu kullanarak bütünüyle İslam’ı bozmaya, yozlaştırmaya, hayattan uzaklaştırmaya yönelik nasıl sürekli ve şedit bir politika takip ettiklerini görüyoruz, değil mi?
Ve bütün bunların karşısında müslümanlar olarak nasıl da “derin bir uyku”ya daldığımızı, nasıl da bizim için çizilen iç içe geçmiş ve her bir çemberde sürekli daraltılarak bireyselleştirildiğimiz sınırları benimseyip “Ümmet Birliği şuuru”ndan uzaklaştığımızı görüyoruz...
Küresel şer odakları, şimdi bütün bunların üzerine, bir de “müslümanların yaşadığı coğrafyanın küçük küçük devletçiklere bölünmesi” projesini devreye aldılar ve bir süredir bunun üzerinde çalışıyorlar.
Arap ülkelerindeki özgürlük hareketlerinin nasıl kontrol edilerek yön ve biçim değiştirildiğini; Sudan, Irak, Suriye, Türkiye, İran, Pakistan’ın nasıl da her an parçalanmaları sonucunu doğuracak “kontrolsüz kulvar”a doğru sürüklendiklerini; “Şii-Sünni kavgası”nın derinden derine, inceden inceye ve kanlı bir biçimde başlatılmasına yönelik nasıl da kirli bir kumpas hazırlandığını; “Sünni kesim” arasında da farklı ekoller arasında nasıl birbirine karşı savaşacak derecede “karşıtlık”, “zıtlık”, “düşmanlık” teşkil edildiğini görmemek için kör olmak lazım.
Acı olan şu: Olup bitenlere rağmen müslümanlar “Ümmet Şuuru” etrafında “bir ve beraber” olmak için “vahdet”i sağlamaları gerektiğinin bilincine eremiyorlar. Müslümanları parçalamak için sürekli “yeni sınır çizgileri” üretiliyor da, müslümanlar bu sınırları silip birlik ve beraberliği sağlayacakları yerde, çizilen her sınırı benimseyip kendilerini o çembere kapatıyorlar; üstelik “ilave sınırlar çizme gafleti”ne dalıyorlar.
Parça parça olmuşlar da, her bir parça kendinde var olanla övünüp avunmaya efor sarfediyor. Mezhebiyle, meşrebiyle, tarikatıyla, çalışma grubuyla, vakfıyla, derneğiyle, küçük küçük çalışmalarıyla...
Herkes kendi yaptığıyla övünmeye, avunmaya ve “paramparça hal”e devam ededursun, bir araya gelmemek için sürekli bahaneler uyduradursun, “iman kardeşliği” varken, başka başka ve “basit gerekçeler”le kardeşliği ve vahdeti terkededursun; “Allah düşmanları” müslümanları parçalamaya, İslam’dan uzaklaştırmaya, İslam coğrafyasını talan etmeye, “İslam algı”sını, “Kur’an algısı”nı bozarak müslümanları İslam’dan uzaklaştırmaya devam ediyorlar.
“Yeryüzünün varisleri” olan müslümanlar, kendi elleriyle kendilerini “yeryüzünün paryaları” olmaya mahkûm ediyor.
Ne dersiniz, artık “vahdet zamanı” gelmedi mi? Sadece Kelime-i Tevhid üzere...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.