Onlar bizim annelerimiz (5)
Nübüvvet evinin sultanları olan annelerimizden 13’ünü, geçen yazılarımızda tanımaya çalışmıştık. Bugün de size imkânlar nispetinde pek bilinmeyen, hatta çoğumuzun belki de ilk kez duyacağı 3 annemizden bahsedeceğiz. Bunlardan ilki; Havle binti el-Huzeyl’dir.
Havle validemiz, çok yakından tanıdığımız bir sahabî efendimizin anne bir, kız kardeşidir. Nicedir, bu sahabî hakkında da sizlere bir şeyler yazmak arzusunda olduğumu belirtmeliyim. öyle bir sahabî düşünün ki; Vahyin emin meleği ne zaman insan suretinde gelse, hep onun şeklinde geliyor. çoğu zaman Kur’an’ın canlı tanıkları olan o bahtiyarlar topluluğu, O’nu Cebrail zannediyor; bazen de Cebrail’i O zannediyorlardı. Kimden bahsettiğimiz herhalde anlaşılmıştır; Dihye bin Halife’den, ya da bilinen ismi ile Dihyetü’l-Kelbi’den bahsediyoruz. Acaba Cebrail’in özellikle Dihye suretinde gelmesinin tek sebebi, bu sahabînin çok güzel ve yakışıklı olması mıydı? Yoksa başka özel sebepler de var mıydı? Bu sorunun cevabını Hz. Dihye üzerine yazacağımız yazılara havale ediyor, Havle validemizin nasıl Nübüvvet evine gelin adayı olduğu konusuna dönüyoruz.
Efendimiz (s.a.v) Hudeybiye anlaşmasının hemen akabinde birçok kabile ve devlete davet mektupları, elçiler ve küçük askeri birlikler göndermişti. Bu birliklerden biri de bölgenin o gün için ticari ve siyasi merkezlerinden biri olan Dûmetü’l-Cendel’e gitmişti. Efendimiz (s.a.v.) buraya Sahabenin büyüklerinden Abdurrahman ibn Avf’ı, 700 kişilik bir ordu ile göndermişti. Abdurrahman ibn Avf, Kelb kabilesine varınca onları İslâm’a davet etmiş, ama kabile bu teklifi kabul etmeyerek, kendi dinlerinde kalacaklarını beyan etmişlerdi. Abdurrahman ibn Avf, bunun üzerine kabilenin reisi olan Asbağ ibn Sa’lebe ile görüşmüş; ona oraya geliş amacını iyice anlatmış ve onu İslâm’a davet etmişti. Asbağ, kabilesinin tüm inadına rağmen İslâm’ı kabul ederek, Müslüman olmuştu. O kabul edince kabilesi de İslâm’a teslim olmuş, cizye karşılığı Medine’deki siyasal otoritenin gölgesi altına girmişlerdi. Abdurrahman ibn Avf, Allah Resulü’nün tavsiyesi gereği bu kabilenin lideri olan Asbağ’ın kızına talip olmuş ve onun kızı Tumadir ile evlenmişti. Tumadir, Müslümanların Kelb kabilesinden aldıkları ilk gelin olma özelliğini taşıyordu. Aslında Kelb kabilesi ile Kureyş arasında ta Cahiliye dönemine uzanan bir düşmanlık vardı.
Bu düşmanlıktan dolayı da Kureyş, asla bu kabileden kız almıyor, onlara kız da vermiyorlardı. Efendimiz’in Abdurrahman ibn Avf’a böyle bir tavsiyede bulunmasının altında kabileler arasında öteden beri var olan bu düşmanlığın sona erdirilmesi amacı vardı. Bu gelin ile birlikte o bölgeyle çok sıcak bir ilişki kurulmuş ve birçok kabile bu evlilik vesilesi ile İslâm’ı tanıma imkânı bulmuştu. Ama Efendimiz (s.a.v.) bölge halkının tamamının İslâm ile buluşması için vesileler zorluyordu. Bir gün Efendimiz, Kelb kabilesinin tamamının nasıl İslâm ile tanışacağı meselesini sahabe ile istişare ederken, mecliste bulunan Dihyetü’l-Kelbi, Allah Resulü’nün kendi kavmi için böyle çırpındığını görünce; “Ey Allah’ın Resulü! Eğer siz bu kabileye mensup bir hanım ile evlenirseniz umuyorum ki, tüm Kelb kabilesi ile aranızda daha güçlü bir muhabbet bağı oluşacak, bu da onların size iman etmelerine vesile olacaktır. Bu konuda bana müsaade ederseniz, size kız kardeşim olan Havle’yi teklif ediyorum” demiştir.
Efendimiz (s.a.v.) Hz. Dihye’nin bu makul ve samimi teklifini kabul etmişti. Bunun üzerine Dihye büyük bir sevinç ile hemen kabilesinin yanına gelmiş, kız kardeşi Havle’ye bu müjdeli haberi vermiş ve hazırlıklara başlayarak, bir gelin alayı ile birlikte onları Medine’ye doğru yolcu etmişti. Ama kaderin bir cilvesi ki, Hz. Havle yolun bir yerinde hastalanmış ve Medine’ye varmadan vefat etmişti. Ona bu dünyada Nübüvvet evine gelin olarak girmek nasip olmamıştı. Bu vefat haberi, hem Medine’deki Efendimiz’i, hem de Kelb kabilesini ve tabiî ki Hz. Dihye’yi oldukça üzecekti. Hz. Dihye bir taraftan vefat eden kız kardeşine, bir taraftan da Efendimiz ile kuracağı bağı yitirdiğine üzülüyordu. Bu olay üzerinden bir müddet geçtikten sonra Hz. Dihye, Efendimiz’e bir mektup yazacak ve O’na (s.a.v.) bu sefer öz kız kardeşi Şeraf binti Halife’yi teklif edecekti. Efendimiz bu teklifi de kabul ettiğini beyan edecekti. Dihye yine sevinç ile kız kardeşi Şeraf’ı, Medine’ye doğru yolcu edecekti. Şeraf validemiz daha Medine’ye ulaşmamıştı ki, Hz. Enes’in rivayeti ile Medine en acı ve en karanlık gününü yaşayacaktı. çünkü o günlerde Alemlere Rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v.) kendi lisanı ile “en büyük dosta” varmıştı. Bu sefer de, Hz. Dihye’ye Hücre-i Saadet’e destursuz girme şerefini elde etmek nasip olmamıştı.
İşte annelerimizden olan Havle ve Şeraf validelerimizin hayat hikâyeleri böyle, bir de Esma validemiz var ki, onun hikâyesi daha da hüzünlü ve bir o kadar da düşündürücüdür.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.