Laikliğin karşı odağı halinde olmakla olmamak
Görüntüyü biraz gerilerden almak zorundayım.
28 Şubat karanlığına doğru giderken Adalet Bakanlığı teşkilata yayınladığı bir genelge ile ülke genelinde takibe alınan Refah Partililer hakkında ne cins bir fişleme veya soruşturma yapılmışsa bir örneği bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne geliyor, oradan da anında Yargıtay Başsavcısına ulaştırılıyordu. “Nereden bildin?” derseniz, o yıllar ben de aynı genel müdürlükte görevli idim.
Sonuçta Refah Partisi, “laikliğin karşı odağı” haline geldiği gerekçe gösterilerek hakaretlerle, küfürlerle, aşağılamalarla kapatıldı. Aynı uygulama AK Parti için de düşünüldü.
Daha parti kurulma aşamasında iken, Ergenekon bağlantılı ne gibi çalışmalar yapıldığı haberlerini alıyorduk. Projeye göre, Erdoğan ve arkadaşları tutuklanacak, parti de hemen kapatılacaktı... Bu önemli bilgiyi sıcağı sıcağına üst yetkili birisine telefonla aktarmıştım.
Onun cevabı: “Yola çıktık, geri dönüş yok.”
Sonra bu tutuklama ile kapatmanın neden yapılamadığı uzun bir hikaye, bu köşeye sığmaz, hem de şimdi yeri değil. Ancak şu kadarını söylemiş olayım.
Refah Partisi’ni kapattıran Vural Savaş eski Vural Savaş değildi.
Seyfi Oktay bakan olduğunda, müsteşarının hazırlatmış olduğu ilk kararnamede ben de vardım (Kırıkkale Başsavcısı sözü bizzat Oktay tarafından verildiği halde Elmadağ Başsavcılığı’ndan Gaziantep Savcılığı’na sürüldüm). Aşağı yukarı sürgüne gönderilenlerin hepsi benim gibiler.
Medya bu sürgüne “Kıyamet Kararnamesi” başlığını atmıştı.
Peşi sıra Müsteşar Arif Yüksel’in kararnamesini Cumhurbaşkanı Demirel imzalamayınca yeni bir kanun ihdas ederek iki imza ile tayini gerçekleştirdiler.
İşin garibi, Vural Savaş, kurulda o kararnameye tek kişi olarak karşı koydu.
Karşı koymakla da kalmayıp, anında HSYK kurul üyeliğinden istifasını vererek çekildi.
O gün öyle idi, sonra nasıl öyle olduysa oldu...
AK Parti’yi kapattırmak isteyen Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya benim devre arkadaşım. Diğer devre arkadaşlardan Yargıtay Başkanı Ali Alkan, Ankara Savcısı Arif Ökemen, Yargıtay Üyesi Selamet İlday, Av. Altan Balantekin gibiler de çok iyi bilir.
Yalçınkaya, Hukuk Fakültesi öğrencisi iken sakin, olaylara karışmayan kendi halinde birisi.
Aynı zamanda dindar bir ailenin çocuğu...
Onun da kapatma işine nasıl alet olduğunu anlamış değilim.
Hep şu soruyu sordum durdum: Bunlara neler oluyor?
Sade onlar değil, çok yakından tanıdığımız başka kişiler de koltuğa oturunca bir başka oluyor.
Asıl üzerinde durmak istediğim...
Sayın Başbakan, laiklik karşıtı odağı haline gelen bir parti olduklarına dair toplanan delillerin doğru olmaması hasebiyle geri alınması için girişimlerde bulunması talimatını vermiş.
Ceza usulünde biz buna “yargılamanın yenilenmesi” deriz.
Gene de mahkeme işi belli olmaz, talebi kabul edeceği gibi ret de edebilir.
Beni düşündüren ret veya kabulden ziyade, AK Parti’ye oy verenler, ithal malı laiklik ideoloji tarağında dişi olmayan büyük bir kesim.
Diyoruz ya, Yunan laik olur da Müslüman asla laik olamaz(bir ipte iki cambaz oynamaz), olursa Müslümanlığı tartışılır... Böyle iken, mahkemeye başvurarak laiklik karşıtı odağı haline gelmemek talebi bence oldukça hem manevi yönden sakıncalı, hem de tarihe çok ağır bir not düşer...
Varsın o karar yerinde dura dursun.
Bu dünyada işe yaramazsa da, diğer tarafta yazılı belge olsun, şahit olsun, yetmez mi?..
Hem bu Batının laikliğine neden o kadar güveniyoruz?
Şimdiye kadar gidenlerin başı o lâiklik kazanında pişirilmedi mi?.
Suriye’de akıtılan Müslüman kanı ile Mısır’daki vahşetin dibacesinde lâiklik yatmıyor mu?
Belki biz kendi laikliğimizi yeteri kadar anlatamadık...
Sayın Başbakan, laikliğe vurgu yaparken ne demek istediğini ben anlıyorum, ama herkes aynı şeyi anlamayabilir, bir bakıma da anlamak zorunda değildir.
“Devlet tüm dinlere eşit mesafededir” anlayışı, bir çeşit laiklik olabilirse de İslam’ın insan haklarına verdiği önemin tarifi asla olamaz. Bir an için olduğunu farz etsek bile, bunun bir anlamı da, başta devletin, sonra da sosyal hayatın ayetlerden soyutlanması anlamını taşır ki Allah(cc) korusun...
İlle de insanların inancına baskı yapmamak ifade edilmek isteniyorsa, Kur’an bu sorunu kazıkların en sağlamına bağlayarak asırlar öncesi çözmüştür:
“Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.