Barış mı, savaş mı?
Suriye silâha mı, barışa mı muhtaç? Birileri “Batı Suriye’ye müdahale etsin!” diyerek savaş çığlıkları atıp, savaş tamtamlığı yapıyor. Halbuki “En aslah yol, musalahadır!” Yani, en emin, güvenli, huzurlu yol, barıştır.
Irak için de aynı çığlıkları atanlar olmuştu. ABD, demokrasi getirecekti güya. Saddam adamları öldürüyordu. Kıyamet topları vardı, nükleer silâhları vardı, el-Kaide ile işbirliği yapıyordu! Sonra hepsinin yalan dolan olduğu ortaya çıktı. ABD, Irak’a saldırdı, taş üstünde taş bırakmadı. Milyonlarca insanı öldürdü, yerinden yurdundan etti. Fiilen Irak’ı üçe böldü. Maddî-manevî zenginliklerini yağmaladı. Petrolün başına kondu. Ve bugün Irak’ta günde ortalama 20 kişi ölüyor!
Peki, Suriye’de farklı mı olacak? Zalim Esad gidince kim gelecek? Masum ABD mi? Türkiye barış üretmeli, silâh değil. Türkiye Suudi Arabistan, İran, Ürdün ve sair Körfez ülkelerini barışa ikna etmeli. Ama görünen o ki, “Esad rejimini düşürme tuzağı”na düştü, Müslümanı Müslümana kırdırma politikalarına hizmet etmemeli!
Şu müthiş tesbiti ne zaman anlayacağız: “İslâmiyetin pek çok kanun-u esasîsinden birisi, ‘Velâ tezirû vâziratun vizra uhrâ’ (En’âm Sûresi: 6:164) âyet-i kerîmesinin hakikatıdır ki, ‘Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mesul olamaz.’ Halbuki, şimdiki siyaset-i hâzırada particilik taraftarlığıyla, bir câninin yüzünden pek çok mâsumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi şenî gıybetler ve tezyifler edilip, birtek cinayet yüz cinayete çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor. Bu ise, hayat-ı içtimaîyeyi tamamen zîr ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır. İran ve Mısır’daki hissedilen hadise ve buhranlar bu esastan ileri geldiği anlaşılıyor. (...) Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp, mâsumları himaye için, cânilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır. Hem, emniyetin ve âsâyişin temel taşı yine bu kanun-u esâsîden geliyor.” (Emirdağ Lâhikası, s. 394.)
“Biz, ferec ve ferah ve sürur ve fütuhat isteriz. Fakat kâfirlerin kılıncı ile değil. Kâfirlerin kılınçları başlarını yesin; kılınçlarından gelen faide bize lâzım değil. Zâten o mütemerrid ecnebilerdir ki, münafıkları ehl-i imana musallat ettiler ve zındıkları yetiştirdiler. Hem harb belâsı ise hizmet-i Kur’âniyemize mühim bir zarardır.” (Lem’alar, s. 107/16. Lem’a)
Suriye’de, ister iktidar, ister muhalefet olsun, zulüm kimden geliyorsa gelsin asla tasvip edilemez. Suriyeli kardeşlerimiz, ister iktidarda, ister muhalefette olsun, Bediüzzaman’ı dinleyip, “silâh-kılıç” kullanmamalı. Artık manevî cihad zamanıdır. Allah “baştakilerin başlarına akıl ve kalblerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir.” (Age.)
“Zalim II. Avrupa”nın Suriye’de hem muhalefeti, hem de iktidarı silâhlandırıp, birbirine kırdırmasına şiddetle karşı olmalıyız. Dahilde kılınç kullanılmasına asla razı olamayız. Aklımızı başımıza almanın zamanı gelmedi mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.