İslâm tasavvurunu tashih iddiası
Müslümanlar global ölçekte bir aktör olmaktan çıkınca bunun sebeplerini çok tartıştılar. Hâlâ da tartışıyorlar. Eski ihtişamlı günleri çağdaş dünyada yeniden nasıl varedebiliriz meselesi, en hakiki meselemiz oldu da denebilir.
İslâm’ı yeniden tanımlama, asrın idrakine söyletme adı altında söylenmeyen söz neredeyse kalmadı. İfrat ve tefrit çizgisinde gidip gelenler olduğu gibi mutedil yolu tutanlar da oldu. Mutedil yolla; İslâmî usul birikimine, Kitap, Sünnet, icma ve kıyasa bağlı kalarak İslâmî öğretileri savunma ve değişkenleri bu paradigma içinde yeniden yorumlama gayretlerine atıf yapıyorum.
İfrata kaçanlar ve bunu kimlik edinenler de oldu. İfrat, yani ölçüyü aşıp aşırı gitme bağlamında sahibini aşan büyük iddialar.. İlmî ve ahlâkî tevazudan uzak duruşlar...
Bu kişiler modern dönemin ruhuna uygun ve fakat Müslüman ulemanın tâ başından beri üzerinde ittifak ettiği meselelerde zıt görüşler belirtmeyi ihya faaliyeti olarak gördüler. Ehil bir kişi bunu yapabilir. Meselenin uzmanları da bu görüşü enine boyuna ilmî kriterlere vurar, serdedilen görüşün tutarlılığını test ederek fikrin namusu adına hakikati ortaya korlar. Bunlar bizim ilim tarihimizde yabancısı olduğumuz şeyler değil elbette.
Ancak benim eleştirdiğim arızalı şey, görüşünü ortaya koyarken talebesini tashih eden bir hoca edasıyla gelmiş geçmiş bütün tarihî ilmî birikimi sigaya çekme cüretkarlığıdır.
Fıkhî bir meselede, “Bin yıllık bir yanılgıyı düzelttim” diyen ilahiyatçı gördüm ben. Kimi popüler ilahiyatçı ve yazarların “İslâm, Hz. Peygamber (sas) sonrası yapılan tevillerle yozlaştırıldı, doğrusu benim anlattıklarımdır.” yahut “Kur’an’daki bu kelimeyi kimse doğru anlayamadı, doğrusunu ben tesbit ettim.”, diyebilenler çıkıyor.
Megalomani mi desem, özgüven patlaması diye mi tarif etsem, doğrusu bilemiyorum. “Her şeyi ben doğru bilirim, en doğru yorumu ben yaparım” tavrı ilim ehline yakışır mı? Geleneği tashih edeyim derken tam bir otoriteryen kesilme hâli bu.
Bu tarz büyük iddia sahiplerinin söylediklerine topyekûn bakıldığında İslâm ilim disiplinlerinin tümünde mutlak otorite sahibi olma iddiası gözden kaçmıyor. Fıkıhta “mutlak bir müçtehid”, tefsirde “müfessir”, hadiste “muhaddis”, kelamda “bütün mütekellimleri aşmış bir kelamcı”, lügat ilminde Arap dili otoritelerine dahi Arapça’yı öğretmeye kalkışacak kadar bir dil uzmanı edası bunların söylemlerine hakim..
“Kur’an’daki filan kelimenin doğru manasını ben keşfettim” mealinde lakırdılar etmek başka ne manaya gelebilir ki?
Acaba bunlar içine düştükleri bu acaip durumun farkındalar mı? İlimlerin son derece detaya indiği bir çağda ve bu yüzden tahassus yapmanın zaruret olduğu bir vasatta İslâm ilim disiplinlerin tümünde iddialı görüşler beyan etmek sağlıklı bir durum olmasa gerek.
Elbette bunu direkt söylemiyorlar ama söylediklerini bir araya getirdiğinizde ortaya bu manzara çıkmaktadır.
Herkesi, her alimi, bütün İslâm ilim mirasını toptan sorgulayan ve herkesi sorgulamaya davet eden bu muhteremler sadece kendilerini sorgulatmıyorlar. “Kur’an İslâmı”, “Gerçek İslâm”, sadece bunların tekelinde. Fikir despotluğuna karşı çıkayım derken fikir terörü estiriyorlar.
Yunus Emre’nin şu beyitlerini hatırlamamak elde değil: İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendin bilmezsin / Ya nice okumaktır.
Malum, peygamber vârisleri kibirsiz, gösterişsiz ve nazik olurlar. Ne kadar az bildiklerinin farkındadır onlar. Zaten bir alim ilminin sınırlarını bilmiyorsa ona alim de denmez. Alim önce kendi sınırlarını, yani haddini bilir.
Allah’ın (c.c) insanlığa gönderdiği son dinin Son Peygamber (sas) tarafından açıklanıp ameli olarak da gösterildiği hâlde bunun daha sonraki nesiller ve ulema tarafından tahrif edildiğini söyleyip ve arkasından “Ben bu tahrifi tashih ediyorum” iddiasında bulunmak haddini bilmekle bağdaşır mı?