Kerime Yıldız

Kerime Yıldız

Yazarların Gözüyle Başörtülü Hanımefendiler

Yazarların Gözüyle Başörtülü Hanımefendiler

 Bugün, dört  yazarın, first leydilerimize, dört  farklı bakış açısından bahsetmek istiyorum.

Önce gündemi işgal ettiği için Cüneyt Arcayürek.

Emine Erdoğan hakkında, yaşına başına yakışmayan bir ifade kullandı.  Üstelik son derece kadınsı  bir yaklaşımdı. Birbirini çekemeyen kadınların en büyük silahıdır bedenleri üzerinden hakaret etmek. Karşındaki kadını kıskandın mı, "Şekerim sen bugünlerde kilo aldın?" de bitir işini. Arcayürek, hırsını alamayıp kilo meselesini, zerzevat zevzekliğine dökünce çıtayı bayağı aşağıya indirdi. Devletin binalarını, babalarından miras kaldı zanneden CHP'liler, bir zamanlar doya doya safa sürdükleri mekanların el değiştirmesinden dolayı depresyondalar. Beyaz Saray'da zenci görmüş  Ku Klux Klan ırkçılarına benziyorlar.

İkinci yazar, Aziz Üstel.

Doksanlı  yılların başıydı sanıyorum. Neslihan Yargıcı, bazı tesettürlü hanımlarla, defile için iletişim kurmuştu. Bir arkadaşımın anlattığına göre,  Aziz Üstel, bir programda ( ya da bir röportajında) "Neslihan nedir bu işler?" diye sormuş. Yargıcı ise şöyle cevap vermiş. "Napim Azizcim? Giyinmeyi bilmiyorlar."

Aynı Aziz Üstel, yıllar sonra Ali Babacan ve eşi Papermoon'a (Zencilerin giremediği beyaz Türk lokantası) yemeğe gidince canlı yayına bağlanıp bu garip durumu Türkiye'ye duyurdu. Ama, Arcayürek gibi kaba değil; kibar bir Ku Klux Klancı gibi. O şimdi, Star gazetesinde  hanımefendilerin başörtüsünü savunuyor. Taciz kaçınılmaz ise zevk almaya bakacaksın edası ile...

Üçüncü yazar, Ertuğrul Özkök.

Geçen sene, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın, eşleriyle birlikte Hüber Köşkü'nde çektirdiği  fotoğraf üzerine, bir yazı kaleme aldı( Fotoğrafda beyler oturmuş, hanımlar ayakda idi.). Özkök'ün yazısındaki bazı kısımlar şöyle:

"Ama son zamanlarda onun da (Hayrünnisa Gül'ü kastediyor) modernitesini ve kendine ait çizgileri korumasındaki cesaretini çok takdir ediyorum.
Doğan Hızlan'a Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü verildiği törende bile yüksek topuklu ayakkabılarından vazgeçmemesi gerçekten etkileyiciydi. Bir zamanlar kafamda, "Devletin başındaki iki insanın eşlerinin başının örtülü olması, Türkiye'nin imajına uygun mudur" diye bir soru vardı. Samimi olarak söylüyorum, artık böyle bir soru yok.
Artık orada karakterli, kendinden emin ve kendilerine ait duruşlarından taviz vermeyen iki kadın görüyorum.
Çevremdekileri kızdırma pahasına şunu da söyleyeceğim.
İkisinin de giyimi her geçen gün biraz daha güzelleşiyor."

Açıkçası, İngiltere kraliçesini bile şaşırtan topuklu ayakkabıları, Ertuğrul Özkök'ün etkileyici bulması garibime gitti. Bana göre, bu ifadede, takdir değil, buram buram istihza kokuyor.

Şimdilik burayı geçelim ve dördüncü yazara gelelim.

Nuh Gönültaş, birkaç yıl önce, “Emine Hanım burada, Selvi Hanım Nerede?” başlıklı ibretlik bir yazı yazmıştı. İbretlik çünkü, muhafazakar camianın modernleşmedeki akıl almaz hızını CHP’ye karşı üstünlük gibi sunan bir yazıydı. “Bakın! Asıl modern biziz.” türünden. Gönültaş, Emine Erdoğan’ın  ve Hayrünnisa Gül’ün her yerde eşlerinin yanında olduğunu belirterek, Olcay Baykal ile Selvi Kılıçdaroğlu’nun  ortalarda gözükmeyişini eleştiriyor ve CHP’li politikacıların neden eşlerinden uzakta politika yaptıklarını merak ediyordu. Yazıda, muhafazakar politikacıların  başörtülü eşlerini, davetlere, resepsiyonlara götürmedikleri için eleştirildiği; ama asıl, CHP’lilerin eşlerini  böyle yerlere götürmedikleri ifadesi de vardı.

Nerelerden, nerelere geldik. Solun temsilcisi bir yazar, sürekli değişen ve gelişen başörtülü eşleri,  Türk filmlerindeki Engin Çağlar misali,   "Aferin işte böyle olun" diye takdir ediyor; muhafazakar bir yazar ise Özkök'ü de sollayarak  karşı tarafın eşlerini de konuya dahil edip  "Biz daha moderniz" diyor.

Bana  göre, Olcay Baykal ile Selvi Kılıçdaroğlu'nun, eşlerinin  işlerinden dolayı bazı mecburiyetlere girmemeleri gayet kişilikli bir duruş. Üstelik bu mecburiyetler, onların inancına ve yaşama biçimine aykırı olmadığı halde. Esas sorun, inancına aykırı olanların mecburiyetleri. Eskiden, solcular kıyamet koparırdı kadının adı yok diye. Şimdi sağ ile sol bir çok konuda yer değiştirdi ya bu vazifeyi ,sağcılar yapıyor. Eğer, başörtülü eşlerin açılışlarda kurdele kesmesi, seçim mitinglerinde  öne çıkması, resepsiyonlardaki şıklık yarışı, kadın haklarında bir mesafe sanılıyorsa, bu çok büyük bir yanılgı. Birincisi, bir kadının kendisini bağımsız bir iş yada kariyerle değil de eşi üzerinden yani soyadından ifade etmesi sorunlu bir durum. İkincisi,  Merve Kavakçı misali hanımlar, kendi başına meclise girip siyaset yapamıyorken, politikacıların başörtülü  hanımlarını yanlarından ayırmaması, politik bir kandırmaca.

Mervegiller familyasından ( eş durumundan değil, bizzat kendi kariyerleri ile en küçük işyerinden Meclis'e kadar birey olma mücadelesi veren familya)  birisi olarak, bu noktada,  bir eleştiri yapmak istiyorum. Gönültaş gibi, politikacıların başörtülü eşlerinin her yerde görülmesinden ve siyasetle ilgilenmesinden memnun olanlara, hatta bizzat politikacılara, bazı şeyleri hatırlatmak lazım. Vaktiyle, okuyarak iş hayatına atılan ve kariyer yapan hanımlara, neden bu kadar hoşgörülü değillerdi? İş hayatı ile dini hayatın çeliştiği noktalarda, çalışan kadınlara son derece eleştirel iken, kendilerinin yada politikacı eşlerinin yaptıklarına nasıl bu kadar hızlı uyum sağladılar? Örneklerle izah edelim. El sıkışmak mesela. Başörtülü bir kadın, konumu gereği veya tercihi gereği  el sıkıştığında sorun yapan muhafazakar erkekler, çok rahat bir şekilde hanımlarla tokalaşıyor. Önceleri, “ niyet ettim odun tutmaya” çekincesi ile yapılan bu ritüel artık kanıksandı. Hatta, ortamın rehavetine kapılıp öpme boyutuna geçenler var.Ama hala, el sıkışma, çalışan, kariyer yapan  başörtülü çalışanlar için eleştiri konusu,  dedikodu malzemesi.  Fakat konu, başörtülü politikacı eşlerine gelince herkes sus pus. Acaba katıldıkları için takdir edildikleri resepsiyonlar ve açılışlar başörtülü kadınlar için ne kadar uygun ortamlar? Hele de içki servisinin olduğu mekanlar? Mezhebimiz genişledi vesselam. Bir de süs-püs  ve moda meselesi var. Bir zamanların kozmetik düşmanı beyleri, eşlerinin  cildinin pürüzsüzlüğünün konuşulmasına alıştılar. Modayı takib etmesinden çok memnunlar. Baş bağlama modelleri değişti. En şık eş yarışı aldı başını gidiyor.

Muhafazakar kadınların asıl görevinin, geride aileyi korumak olduğunu savunan erkeklerin, Ertuğrul Özkök modernitesini yakalaması, biz kadınları bile şaşırtıyor.

Şimdi şöyle bir soru sorulabilir. Ne yani politikacı eşleri, geride dursun, beylerine refakat etmesin mi? Elbette etsinler. Yalnız abartmasınlar.Normal şartlar altında uzak durdukları ortamlar ile bu kadar bütünleşmeye gerek yok. Modayı takip ettikleri kadar tarih de okusunlar. Mesela , Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in eşi Altuntaş Hatun’u örnek alsınlar. Devlet işlerinden uzak duran, ancak, eşi zorda kalınca atına atlayıp askerin başına geçerek yardıma yetişen bu hatun kişiyi çok fikretsinler. Kayıtsız şartsız tabiyet ile şahikalaşan Hz. Hatice’yi rol model alsınlar. Bacıyan- Rum teşkilatını incelesinler. Hadi bu kadar uzağa gitmeyelim. Yakın tarihimizde, köşkteki gecelerden ve resepsiyonlardan uzak duran Reşide Bayar ve "Bu devlet bu kadar zengin değil" diyerek yurt dışı gezilerine katılmayan Melahat Gürsel örneği var. Bazı fitne odaklarının,, Mihriban Aliyev gibi devlet parası ile barbi bebek haline gelen halkına umursuz bir leydiyi övüp, “Bir de bizimkilere bak” diye aşağılamasını umursamayıp saçını ve çantasını değiştirmeyen Semra Sezer örneği var.Otuz yıl önceki hali ile şimdiki hali arasında fark olmayan Gülten Çiçek örneği var. Özgün duruşları ile Münevver Arınç ve Sare Davutoğlu  örnekleri var. Başörtüsünü geleneksel bir şekilde önden bağlamakdan rahatsız olmayan rahmetli Mebrure Kutan örneği var.

Solculardan daha modern olduğumuzu ispat etmek için her kapalı kapıyı zorlamaya gerek yok. Vizyon değişirken  maneviyat kayboluyor.

BİR CESUR YÜREK

Adı Hanım, ama kendisi hanım değil. Zaten hanım hanımcık bir kız olsa biz, ondan ve kitabından mahrum kalırdık. Zira, yaptığı iş ve yazdığı kitap kocaman bir yürek ve er kişi cesareti ister.

Hanım Büşra Erdal'dan bahsediyorum. Zaman gazetesinin Ergenekon yargı sürecini takib eden muhabiri. Kafası Karışanlar İçin Ergenekon kitabının yazarı. Hukuk mezunu. Ergenekon ve Balyoz yazıları  yüzünden hakkında açılan 75 dava ve 300 yıldan fazla hapiz cezası istemi var.

Kitabın dili akıcı. Bazı bölümler film tadında. Yazarın, Türkçe'ye ve  konuya hakimiyeti takdire şayan derecede.

Lütfen bu kitabı okuyun ve okutun. Rahmetli abim Şenol Özbek, darbe karşıtı bir subaydı. En büyük hayali, bu konuda kitap yazmaktı. Ömrü vefa etmedi. Kitapta yazılanlar benim için yabancı değil. Ulusalcıların, ergenekoncuların, vatanseverlerin ne menem oldukları bilinsin, unutulmasın diye, gençliğinin en güzel yıllarını mahkeme koridorlarında geçiren  Hanım Büşra Erdal'ın önünde saygıyla eğiliyorum.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Kerime Yıldız Arşivi