Süleyman Hilmi TUNAHAN Hazretleri: Kur’an’a adanmış bir ömür, Peygambe
Süleyman Hilmi Tunahan, fitnelerin büyüklüğüne ve yaygınlığına bakmadan dersler verdi. Talebelerini kitap ve sünnet ekseninde düşünmeye ve konuşmaya yönlendirdi. Müslümanların tekfir edilmesine, sapıklıkla itham edilmesine karşı gayet hassas davrandı. Halktan hiç kopmadı. İlim adamlarıyla oturduğu kadar sade vatandaşlarla da oturdu, onların dertleriyle ilgilendi.
Üstad Necip Fazıl, Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ile alakalı olarak, “Temaslarımın bende bıraktığı perçinli intiba olarak kaydedebilirim ki, onun İslam vecd ve şevki dışında 71 yıllık ömrüne nisbetle 24 saatlik bir başıboşluk hayatı olabileceğine inanmam. Kendini bir davaya vakfetmiş ve onun dışında hayat ve faaliyet kabul etmemiş olmanın tam misali. Böyle olduğu için de tesir ve sirayet kabiliyeti pek büyük.
NECİP FAZIL: ONDA
NEFS KAYGISI YOKTU
Dâvâsına o kadar bağlı ve o dâvâ içinde o türlü fâni ve müstehlik (harcanmış) halde ki, bana defalarca şahıs ve nefs kaygısının kendisinde nasıl sıfıra indiğini şöyle ifade etti: ‘Dâvâ muvaffak olsun da isterse bizim yerimiz caminin papuçluğu olsun!..’
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretlerine bağlı gezdiğim yurtlarla alakalı intibam ise; küfür kalesinin kapısı önünde bir cenkleşmedir giderken, bu kurslar kanuna tam uygun olarak, yoğurduğu ruh ve yetiştirdiği iptidai madde bakımından Fatih’in gemilerini karadan Haliç’e indirmesi kadar muazzam bir buluştur. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri şer’i hiddet ve gayrette misilsizlerden. O’nu bilhassa din aksiyonunda doğrudan doğruya eşsiz bir Allah ve Rasul dostu olarak selamlar ve açtığı mukaddes ölçüleri talim yolunun bir gün ana cadde haline gelmesini Allah’tan niyaz ederim” diyor.
Prof. Dr. Ahmet Akgündüz: asrımızın
yetiştirdiği en büyük âlimlerden
Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ahmet Akgündüz de Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri ile alakalı şu tesbitte bulunuyor: “Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri asrımızın yetiştirdiği en büyük âlimlerden birisidir. Bir allamedir. Zahiri ve batıni ilimlerde Allah’ın lütfuna mazhar olan bir şahsiyettir. Türkiye’de Kur’an ve Kur’an’ın dili olan Arapçayı öğretmeyi kendisine hayatının ideali edinen bir tasavvuf ehlidir. Tariki nakşinin şeyh ve imamlarındandır.”
Prof. Reşat Öngören: TALEBELERİNE ‘Ehli Sünnet’TEN AYRILMAYIN’ DEMİŞTİR
İstanbul Üniversitesi Tasavvuf Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Reşat Öngören ise Tunahan ile ilgili “Zâhir ve bâtın ilimlerine sahip, çift yönlü kişiliği sebebiyle zahir ilimlerini okuttuğu talebelerine tasavvuf eğitimi de vermiş ve onları Osmanlı’da çokça örneğine rastlanan ‘sûfi âlimler’ olarak yetiştirmiştir. Talebelerinden inanç ve ibadette Ehli Sünnet istikametinden ayrılmamalarını ve Peygamber Efendimizin sünnetine titizlikle uymalarını istemiştir” değerlendirmesini yapar.
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, vasiyetlerinde; “Tefrikaya düşmeyiniz. Kavmiyet davası gütmeyiniz. Ehl-i Sünnet’in gayri olan yollara sapmayınız” der.
Süleyman Hilmi Tunahan’ın sahabeyi kirama dil uzatma ihtimali olanlara bile tahammülü yoktu. Çünkü bu dini bize kadar onlar getirmiş, bu din için onlar her şeylerini ortaya koymuşlardı. “Ey İslam cemaatı! Biz hayatta olduğumuz müddetçe Rasulüllah’ın ashabına yalan isnad ve iftirada bulunabileceğinizi mi zannediyorsunuz? Böyle bir zanna kapılmayın. Çünkü biz hayattayız” diyordu.
“Evlatlarım! Din âlidir, ulvîdir; dünya ve mevcut siyaset ise âdi ve süflîdir. Din asıldır, diğerleri fer’idir. O halde, dünya ve siyaset, dinin inkişâfına âlet olabilir. Fakat din, dünya menfaatine ve siyasete âlet olamaz! Âlet edenlere lânet vardır” buyuruyordu.
Tunahan, günlük hâdiseleri ve dünyadaki Müslümanların meselelerini yakından takip eder, yerine göre câmi kürsüsünden dile getirirdi. O devirde birçok vâiz günlük hâdiseleri cami kürsüsüne getirmeye cesaret edemezken; o, zaman zaman devlet adamlarını ikaz ederdi. Cami kürsülerinde; Fransa işgalindeki Cezayir’le ilgili, “Hükümet Cezayirli Müslümanlara yardım etmiyor, bari biz dualarımızla oradaki kardeşlerimize yardım edelim” diyerek dua etmişler, talebelerinin dikkatini “Dünya Müslümanları”nın üzerine çekerek onlara “Ümmet Şuuru” vermeye çalışmışlardır. Çünkü Kudüs onun meselesiydi. Bugün yaşasaydı, Irak, Suriye, Mısır’dan başlayan ve Türk Dünyası’nı içine alan bütün Müslümanların derdi, ızdırabı da Süleyman Efendi’nin derdi olurdu.
İLİM ADAMLARIYLA OTURDUĞU KADAR
SADE VATANDAŞLARLA DA OTURDU
O, fitnelerin büyüklüğüne ve yaygınlığına bakmadan dersler verdi. Talebelerini kitap ve sünnet ekseninde düşünmeye ve konuşmaya yönlendirdi. Müslümanların tekfir edilmesine, sapıklıkla itham edilmesine karşı gayet hassas davrandı. Halktan hiç kopmadı. İlim adamlarıyla oturduğu kadar sade vatandaşlarla da oturdu, onların dertleriyle ilgilendi. Kendisini ziyaret eden talebelerle hususi ilgilenirdi. Kim ziyaretine gelmişse ona, onun durumu ile ilgili konuşurdu. Tüccardan ziyaretçisi olursa zekatı ve faizi anlatırdı. Talebeler gelince ilimden ve takvadan söz ederdi.
Vahyin ulaşmadığı her insan, onun
derdiydi, sancısıydı, tasasıydI
Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri, Peygamberimizin varisiydi. İlmine varisti, irşadına varisti, tebliğine varisti. Vahyin ulaşmadığı her insan, onun derdiydi, sancısıydı, tasasıydı. İlmi, irfanı, öğretmek, yaşatmak onun aşkıydı. Davası büyüktü. İnsanlığı ancak ümmeti Muhammed’in kurtarabileceğini, bu ümmetin uyanışının insanlığın kurtuluşu olacağını dillendirdi. Böylece Müslümanlara, “Sadece kendimiz adına değil bütün insanlık adına çalışmalıyız” mesajı verdi.
Rabbanî bir âlimdi. Bilen, bildiğiyle amel eden ve bildiğini öğretendi. Merhametli ve nazik bir insan olarak, talebelerinin babası, annesi oldu. Okudu, okuttu. Allah onu, Kur’an düşmanlarının elinden kurtardı. Çünkü Allah kâfirler istemese de nurunu tamamlayacaktı. Bir tohumdan 700 buğdayın bitmesi gibi oldu onun çalışmaları. Binlerce Kur’an talebesi, ya onun talebesi ya da talebelerinden birinin talebesi olarak Kur’an’la buluştu. İmkânların yokluğunun, herkesin mazereti olarak geçerli olduğu bir zamanda o, imkan üretti. Osmanlı’da yetişmiş bir âlim olarak, Osmanlı’dan sonrasına razı olmadı. Suyunu içtiği kabı temiz tutmak istiyordu. Canlı eserler bırakıp gitti.
Dünyanın peşinden koşmadı, Allah
dünyayı onun peşine sürükledi
Kendine Kur’an’a hizmeti hedef seçti. Kur’an’la oturdu, Kur’an’la kalktı. Birer birer topladığı insanlardan bir talebe ordusu yetiştirdi. Dünyanın peşinden koşmadı. Allah dünyayı onun peşine sürükledi. Kur’an’a hizmet için olduktan sonra büyük iş-küçük iş ayrımı yapmadı. Emredip izlemek yerine, gerekeni yapmak onun tutumu oldu. Ardından bıraktığı ilim ve Kur’an hizmetindeki birikimi, onun ebediyen hayırla yâd edilmesi için yetecek kadar büyük oldu.
“Ehl-i Sünnet” hassasiyetini, “ilmîlik” tarafını, tecdidini, celâdet ve cesaretini, her hal ve şartta dinimizin yaşanabilirliğini, yine her hal ve şartta “talim-terbiye”nin gerçekleştirileceğini, gayret-i diniyyesini kavramadan Süleyman Efendi, anlaşılamaz da, anlatılamaz da. Süleyman Efendileri üreteceğiz, tüketmeyeceğiz. O’nun mirasına sahip çıkıp geliştireceğiz, mirasyedi olmayacağız. Adam yetiştirip çoğaltacağız, Adam harcamayacağız. Kin ve nefretle değil, şefkat, merhamet, iz’an ve insafla hareket edeceğiz. Rabbim Cennetinde böyle Allah dostlarıyla hep beraber hepimizi buluştursun.
Şapkanın
Serencâmı
Falih Rıfkı Atay’ın ifadeleri içinde: “Müslümanlar, Hristiyanların iyisine ‘mâkul kefere’, kötüsüne ‘gavur’, beterine ‘şapkalı gavur’ denildiği bir dönemde, 25 Kasım 1925 tarihinde şapka inkılâbının yapıldığını ve bu inkılaba karşı geldikleri için 57 kişinin idam edildiğini... İngiliz araştırmacı yazar Paneth’in, “Turkey at the Grossroads”ın (Türkiye yol ayrımında) isimli kitabında o günlerle alâkalı olarak; “Gemiler dolusu fötr, panama, kasket, ne varsa İstanbul’a gönderildi. İtalyan Borsalino kardeşlerin şapka yüklü gemisi İstanbul limanında idi zaten. Şapkanın gündeme gelmesi ile birlikte, geminin yükü alelacele gümrükten geçirildi. Borsalino kardeşler bu işten büyük kâr elde ettiler. İstanbul’da erkeklerin kafalarında kağıt şapkalar, hatta kadın şapkaları bile vardı...” diye yazdığını... Şapka almakta zorluk çeken memurlara hükümetin taksitle borç para verdiğini ve bu ilk devrim hareketini, yine devrimlerin savunucularından biri olan Halide Edip Adıvar’ın “Şapka kanunu, devrimlerin en beyhude ve en sathisidir. Bu kanuna sokaktaki adamın karşı çıkması, onu yapanlardan daha batılı bir davranıştır” diye tepki gösterdiğini...
Biliyor musunuz?
Hz. Ali (ra)’dan rivâyet edilmiştir:
“Rasûlullah (sav)’ı: “Fitne çıkacak” derken işittim. “Bundan çıkış yolu nedir yâ Rasûlallah?” dedim. Rasûlullah (sav): “Allah’ın kitabıdır. Onda önceki ümmetlerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri ve aranızda meydana gelen olayların hükümleri vardır. O ilimdir, şaka değil, doğruyu yanlıştan ayıran kesin sözdür. Âlimler ona doyamazlar. O Allah’ın sağlam ipidir, hikmetli zikirdir, dosdoğru yoldur. Ona dayanarak konuşan doğru söyler. Onunla hükmeden âdil olur. Onunla amel eden ecir alır. Ona dâvet eden dosdoğru yolu göstermiş olur.” buyurdu. (Dârimî, Fedâilu’l-Kur’an, 1; Müsned, I, 91)
Bağdat Paktı’na imza
atanların tamamı öldürüldü
O günlerin dünyasını gözlerimizin önüne getirirsek 1960 darbesini daha iyi anlarız. İslam ülkelerinin durumu daha da perişandı. Çaresiz milletler ancak dayanışma içerisine girerek dünya sahnesinde kendilerine bir yer bulabilirdi. Menderes hükümeti Bağdat Paktı’na bunun için önderlik etmişti. Bu pakta imza atan devlet adamlarının hepsi tırpanlandı. Paktın Ankara’daki toplantısına katılmak üzere yola çıkan Kral Faysal’a darbe yapıldı. Faysal, havaalanında yakalandı ve öldürüldü, ailesinin beşikteki çocukları bile kılıçtan geçirildi. Irak adına pakta imza atan Başbakan Nuri Said Paşa’nın soyu kurutuldu.
Pakistan’da darbe yapıldı; İskender Mirza yabancı bir ülkeye sığınmak zorunda kaldı. Bunlardan sonra sıra bize gelmişti. Ülkemiz adına pakta Başbakan Menderes, Dışişleri Bakanı Zorlu, Maliye Bakanı Polatkan imza atmıştı; üçü de asıldı.
Artık eskisi gibi kapalı bir toplum değiliz. Dünya da çok şeffaflaştı. Türkiye giderek mizansenlerle idare edilen bir ülke olmaktan çıkıyor. Yine de bunları hatırlamakta yarar var. 1960 darbesi ve bütün darbeler aydınlatılıncaya, darbelerle hesaplaşılıncaya kadar, takvimlerimizin 16 ve 17 Eylül yaprakları siyah kalacaktır.
Allahım! Beni senin yanında yücelt
Allah’ım! Bizleri her türlü belalardan uzak tut. Her türlü tehlikeden koru. Aşağılık mahluklardan eyleme. Sana sığınıyorum, Ya Rabbim! Sen yardım edenlerin en hayırlısısın. Her türlü kötülüklerin şerrine karşı sen bana kafi gel Allahım! Ey dillerin farklılığına rağmen her türlü sesi işiten Rabbim! Senden muhafaza, emniyet, selamet, lütuf, bereket ve kanaat istiyorum. Fazlınla bizi senden başkasına yalvarıp yakarmaktan müstağni kıl. (Amin)
Allahım! Bilerek veya bilmeyerek işlediğim günahlarımı mağfiret buyur. Ya Rabbi! Nefsimin kötülüklerinden sana sığınıyorum. Allahım! Beni senin yanında yücelt. Eksiğimi-gediğimi gider. Salih amellerle ve güzel ahlakla ahlaklandır. Ya Rabbi! İhsan ettiğin nimetlerin bereketinden bizleri mahrum eyleme. Mahrum ettiklerinle de bizleri imtihan etme. (Amin)
Rabbimiz, biz aciz, zayıf kullarız, aczimizi, zaafımızı açıkça itiraf ediyoruz... Bizi zorlanacağımız sıkıntılarla imtihan etme. İmtihan edeceğin sıkıntıları da kolayca karşılayacak iman kuvveti nasip eyle!. (Amin)
Cihad Ruhu
Hazreti Halid’in ölüm döşeğindeki son anlarını ve ızdıraplarının en büyüğünün bu istikamette olduğunu hepiniz hatırlarsınız. “Ey Yermük, ey Mute, ey Halid’in günleri.. geçin gözümün önünden birer birer!..” dediğini, bir fırtına gibi arkasından koşup durduğu ölümü yatakta karşılıyor olmaktan dolayı nasıl bir inkisarla kıvrandığını bilirsiniz. Hıçkıra hıçkıra ağlayışını gören birinin “Neden ağlıyorsun?” demesi üzerine Hazreti Halid, “Vücudumda bir para kadar yara almadık yer kalmadı. Senelerce i’la-yi kelimetullah yollarında ölüm kovaladım. Fakat işin acayibine bakın ki, şimdi burada, yatakta ölüyorum.” der ve rahat döşeğinde ölmeyi kendi adına bir utanma sebebi sayar. Evet, yatakta ölmek, dini ve milleti hesabına koşmaya alışmış bir insan için ayıptır, ardır. Mesuliyet duygusuyla dolu bir insan yatakta ölmemeli, ölüm anında bir yatakta olsa bile o yatağı da “vazife” deyip yürüdüğü sırada, son anda bulmalı.. yıllanan insan durmamalı, o koşarken ölme aşk u iştiyakı içinde olmalı. Zannediyorum, senelere yenik düşen insanlarda ve yorgunlarda yeni bir aşk u şevk uyaracak olan da bu duygudur.
Vahyin
Dilinden
“Andolsun ki, sizden Allah’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allah’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullâh’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.”
(33 Ahzâb, 21)
Allah
Rasulü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki: “-Sizden biri elinde-avucunda ne varsa hepsini getiriyor ve bu sadakadır diyor; sonra oturup insanların kendisine yapacakları yardımı bekliyor. Sadakanın iyisi, vereni ihtiyaç içinde bırakmayandır” buyurmuştur. (Dârimî )
Günün
Sözü
“Kalbimizin katılaşması, bizi damarlarımızın katılaşmasından daha çabuk yaşlandırır.”
ELLO
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.