Kürt halkını PKK mı temsil ediyor, Hizbullah mı?
PKK terörünün sona erdirilmesi için başlatılan “Çözüm Süreci”nin başından itibaren, eğer gerçekten sorunun çözülmesi isteniyorsa, bunun için “üç husus”a dikkat edilmesi gerektiğini ısrarla vurguladım:
1- Kürt halkının “Kürt” olmasından ötürü çiğnenen hakları varsa, bunlar pazarlık masasına getirilmeden verilmeliydi.
2- Sorunun çözümü için yapılan görüşmelerde, Kürt halkının temsilcisi olarak “görüşme masası”na sadece PKK değil, “Müslüman Kürt halkı”nın gerçek temsilcisi olan “Kürt İslami Hareketi”, yani “Mustaz’aflar”, yani “Hizbullah” ve “ilim-din adamları” da çağrılmalıydı.
3- Sorunun “rejim sorunu” olduğu kabul edilip, tüm rejim ölçeğinde Kürt ve Türk halklarının “tek ortak değer”i olan İslam’a uygun bir dönüşüm sağlanmalıydı.
Eğer bu üç husus sağlanamayacaksa, o masadan bir çözüm çıkmayacağını, çünkü PKK Kürt halkının içinden ayıklanmadan, aralarına tampon koyulmadan “küresel güçler”in bölge üzerine uzanan ellerinin kırılamayacağını, hatta belki de daha büyük sorunların üreyeceğini defalarca vurguladığımı okuyucularım hatırlayacaktır.
Ama bu olmadı. Verilen ya da verilmesi düşünülen hakların, sanki “terör örgütünün devlete dayatması” ile verilmekte olduğuna dair bir “kamuoyu kanaati” hasıl oldu; PKK da bunu böyle kullandı zaten. Müslüman Kürt halkının temsilcisi olmadığı halde, PKK sanki tüm Kürtlerin temsilcisiymiş gibi muamele gördü ve “İslamcı Kürtler” devre dışı bırakıldı. Sorunun temelinde yatan “Laik-Kemalist Rejim”de değişiklik yapılması ise telaffuz dahi edilmedi.
Peki ne oldu? “Küresel ve yerel şer güçleri”nin bölgedeki emellerinin taşeronu olarak işlev gören PKK güçlenmiş, prestij kazanmış, yeni mevziler elde etmiş, kısmen legalize olmuş, “şehir yapılanmaları” ile “paralel devlet örgütlenmesi” aklanmış ve uluslararası desteğini artırmış olarak sahaya geri döndü. Film başa sarılıp yeniden oynatılmaya başlandı.
Ancak bir şey daha oldu: Kısa süreli de olsa, “terör örgütünün baskısı”ndan kurtulan Müslüman Kürt halkı, “gerçek eğilimi”ni göstermeye, kendilerini gerçekten temsil edeceğini düşündüğü “Kürt İslami Hareketi”nin, yani “Mustaz’aflar”ın, yani “Hizbullah”ın bölgedeki etkinliklerinde, organizasyonlarında saf tutmaya, boy göstermeye başladı. Yani “Müslüman Kürt halkı” şunu göstermiş, şu mesajı vermiş oldu: “Bizi PKK değil, Hizbullah temsil ediyor!”
İşte bunun üzerine terör örgütü PKK, Kürt halkının nezdinde silahla elde ettiği itibarının azalmaya başladığını görünce, yükselen rakibine, Hizbullah’a ve ona yakın kurum ve kuruluşlara karşı harekete geçti. İşte görüyorsunuz, son zamanlarda “Kürt İslami Hareketi”ne bağlı olan ya da sempati duyan kişilere ve kuruluşlara saldırmaya başladı.
Bu saldırılar, bir açıdan PKK’nın, kuruluşundan bu yana izlediği kendinden başka Kürtleri temsil edecek bir kuruluşa hayat hakkı tanımama taktiğinin devamıdır. Ama bir açıdan da, “toplumsal organizasyonlar”la, “kültürel etkinlikler”le, “politik faaliyetler”le “çatışmasız ortam”da tabanını genişletmeye ve güçlendirmeye çalışan Hizbullah’ı çatışmanın içine çekerek, “terörize” etmeye yönelik bir “kirli taktik”ten ibarettir.
Sanırım geçmişinden kalan tecrübesini dikkate alarak Hizbullah, PKK’nın bu oyununa gelmeyecek ve “terörize olmamak” için son haddine kadar direnecektir. Ancak her şeyin bir haddi vardır ve direnç de bir noktada sona erebilir. Eğer terör örgütü PKK’nın Hizbullah’a saldırıları “tahammül sınırları”nı aşarsa, Güneydoğu’da daha büyük ve kanlı bir çatışmanın fitili ateşlenmiş olur. Hatta bu, “asker-terörist çatışması”ndan daha şiddetli, daha kanlı ve çok “kirli bir çatışma” olur. Bu Türk toplumuna da, Kürt toplumuna da yaramaz; sadece “küresel şer odakları”nın ekmeğine yağ sürer.
İşte, hem ayak sesleri duyulan, “geliyorum” diyen bu çatışmanın önlenmesi, hem de bitti-bitecek noktasına gelen “barış süreci”nin sürdürülebilmesi için, Hükümet Hizbullah’ı da “diyalog masası”na oturtmalı ve böylece, müslüman Kürt halkını “terör örgütü PKK’nın ağı”ndan kurtarmalıdır. Bu yapılmazsa, tam da PKK’nın yıllarca sahnelemeye çalıştığı, “emperyalist güçler”in de çıkması için dört gözle beklediği “iç çatışma”nın kralı yaşanır Güneydoğu’da.
“Küresel Şer Odakları” için Kürtlerin birbirini öldürmesinin önemi yoktur; onların derdi, “güvenlik ve barış” ortamının kaybedilmesiyle Türkiye’nin istikrarsızlığa itilmesi, bölgedeki “İslami uyanış”ın önlenmesidir.
Bu kumpasta süreci yöneten, inisiyatifi ele alan kazanır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.