Gelen Tepkiler 5
Önce “abduh”u tebrik edeyim. "Kibir, gurur, enaniyet, kendini beğenmişlik cehaletten ve imansizlikten/iman zaafiyetinden kaynaklanıyor Rabbimize hakkıyla inanan kendini tanır kendini tanıyan asla haddini aşmaz. Haddini aşanlar Şeytanların köleleridir sonları onlarla sonsuz Cehennemdır Rahman Rabbimiz bizi cehaletten korusun şeytandan ve şeytan yandaşlarından uzak kılsın dünyada ve ahirette” diyerek genel bir tespit ile yazıya destek vermiş. Daha önce kendisine bir sebepten sitemim olmuştu. Dikkate aldığı için teşekkür ederim.
“Mehmed Salih” kardeşimiz yorumlarını zevkle okuduğum, yer yer istifade ettiğim bir kardeşimiz. Nitekim meşhur bir olayı şahit getirerek yazıya zenginlik katmış: “Zaferden zafere koşan Halid bin Velid'i azleden Hz. Ömer'in gerekçesi şudur; insanlar bu zaferleri onun komutanlığından bilmeye başladı. Oysaki bu zaferleri lütfeden Allah'dır.” Çok yerine güzel bir tespit.
Sonra da sözü bir cemaate getirmiş. Diyor ki: “Kendilerini "hizmet hareketi" olarak tanımlayan, islami bir cemaat olmadıklarını insani cemaat olduklarını beyan eden saçmalıklarla Gülen cemaati haddi aşmıştır. Tevazu aromalı kibirleri iyice sırıtır hale gelmiştir. Bazen yaptıklarına bakınca el-hak doğrudur siz islami cemaat değilsiniz diyesi geliyor insanın. Avrupa başbakana "diktatör" der onaylarlar.Gezicilerin haklı olduğunu ima ederler. Cemevi yapımına maddi destek sözü verirler. Her zamanda güçlünün yanında yer alır bu insaniler!”
Bu Mehmed Salih kardeşimizin yorumudur, benim değil. “Önemli olan kimin söylediği değil, haklı veya haksız oluşudur” diyebilirsiniz. Bu yorumdan bağımsız olarak söylüyorum, bence kimin söylediği de az çok önemlidir. Kim, kime, nerede, ne zaman, hangi şartlarda, şahsa özel mi yoksa genele mi ne söylemiştir, konuyu anlama ve bir hükme bağlama açısından bu mesele çok önemlidir. Yukarıda anlatmıştık ya, tekrar etmeyelim şimdi. Gelelim haklı veya haksız oluşu meselesine.
Bu yorumda benim de katıldığım noktalar var. Örnek verelim, bu cemaatte –haklı olabilirler- “hizmet bayrağı bizde” gibi bir öğünmeler yok mu? Kendilerinin dışında kalan İslamî cemaatlere karşı, umursamaz, ilgilenmez tavırları yok mu? İnsanların haset veya gıpta damarlarına basan yanları yok mu?
Buna maalesef kimse “yok” diyemez. Çünkü bu hareketin lideri “var” diyor, ama çok şiddetli bir şekilde “böyle yapmayın” diye uyarıyor. Benim az çok tanıdığım ve “insanların imanına hizmet ve sahabe çağını güncelleme” davasına inanıp kendisine güvendiğim Muhterem M. Fethullah Gülen Hoca Efendi bu noktaları defalarca gündeme getirmiş, “aman haset veya gıpta damarlarını kabartacak söz ve işlerden sakının, böyle bir tehlikeye meydan vermemek için başka cemaatlere gidin, onların dine, imana, millete hizmet hakkını teslim edici övgülerde bulunun” demiştir. Hatta “nakşî ile nakşî, kadirî ile kadirî olun” bile demiştir. Ama neylesin ki onu anlamayan kimileri “tasavvuf zamanı değildir” diye kavga çıkarıyorlar.
Bunu niye söylüyor? Demek ki bir bildiği veya gördüğü var. En azından sezdiği tek ya da iki yanlı tehlikeler var. Çünkü boş oturan övünemez. Övünse de gülünç olur, kimse dinlemez. Kendini beğenmek gibi çirkin huylar, genellikle iş yapan ve başarılı olanlarda olur ve ilk önce de bu başarı sebebiyle kendini farklı ve üstün görenleri vurur. Belki de şeytanın ilk ve en yaman çelmesidir bu!
Hatta Hoca Efendinin yıllar önce İzmir’de bir cami konuşması var ki konumuz adına muhteşemdir! Zaten Hoca Efendi fikir ile duyguyu muhteşem bir üslup ve beyan ile birleştirerek sunmayı başarabilen ülkenin nadir hatiplerinin en büyüklerindendir. İşte o vaaz da müthiş bir vaazdır! Yaman ve yakıcı bir hitabet! Merak edenler internette bulup dinleyebilirler sanırım.
Sarıksız cüppesiz kürsüye çıkıyor ve mealen şöyle diyor: “ Aslında konuşmak için çıkmadım bu kürsüye. Buraya bir daha gelmeme kararımı bildirmek için çıktım. Sessizce gidecektim, yolumu kestiler, ayaklarıma atıldılar, izin vermediler. “hiç olmazsa bu kararınızı siz duyurun” dediler. Ben de bunu duyurmak için geldim. Kısa konuşup gideceğim. Biz bir hizmet yaptığımızı sanıyorduk. Ama değilmiş. Ortaya bir sürü “ben yaptım, ben ettim, ben tuttum” diyen nefsini ilahlaştırmışların çıkmasına sebep olmuşuz. Ben bir daha gelmeyeceğim. Başınızın çaresine bakarsınız.”
Evet, hani şu bir cami dolusu cemaatin ağlayarak, feryat ederek “bırakma bizi hocam” diye haykırdığı vaaz!..
Allah aşkına ne diyor bu insan?
Neden şikayet ediyor?!
Hoca Efendi bunu böyle söylerken, kim inkar edip de yok sayabilir? Yine yıllar önce yaşadığım şehirdeki cemaatin imamı bana burnunu kaldırarak soğuk soğuk “vaaz vermek, akşam ihtiyarlara sohbet etmek iş değil. Önemli olan talebe yetiştirmektir.” Bunu bana üstelik kendi mekanında niçin söylüyor? Benim İmam Hatipte öğretmen olduğumu biliyor oysa! Ama halk arasında fakiri çoğu kez Diyanette çalışıyor zannettiren fahri vaizliğim ve kendi meşrebimce çalışmamı bırakıp bütün bütün kendi hizmetlerine davet adına söylüyor herhalde. Her davet ettiklerinde gitmemiz ve bize düşeni yapmamız kesmiyor zahir. Bu söz üzerine o vazifeli şehrimizden gidene kadar soğuk davrandık birbirimize.
Ne demek vaizliğin ya da akşam halkla iç içe sohbetlerin faydasız olması? Hidayeti sen mi dağıtıyorsun be adam? Senin hocan da aynısını yapmıyor mu? Ne gereği var bu gevezeliğin? Şimdi cemaat şehri halletmiş, köylere kadar sohbete gidiyor. Bunlar boş işlerse niye yapıyorsunuz? Değilse, yapanı niye kınıyorsunuz? Akıllım, bu gençlerin ana babalarına bir faydamız olacaksa niye olmasın? Onlar da insan değil mi? Dini eğitime muhtaç değiller mi? Zengin, eşraf olunca ayağına gidelim ve şirinlik gösterelim, ”âmâ/kör” gelince “abese ve tevella” olalım, öyle mi? Kur’an-ı Kerîm’in bir kere de sana inmesini mi bekliyorsun, mevcuttan ders almak yok mu?
Hoca Efendinin eleştirdiğine biz dikkat çeksek ve uyarsak, bu hocayı ve cemaatini sevmemek, haset etmek, düşmanlık etmek mi olur? Feraset bu mu? Hoca Efendi için böyle şeyler söylemeyenler, aynı sözü başkası söylediğinde onu haksız yere eleştirir ve incitirlerse, bu insaf mıdır, adalet midir? Vicdan buna nasıl razı olur?
Ey kendilerine “biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur” diyen ve dinimize, ümmetimize hizmet ettiğiniz için çok sevdiğimiz ve dua ettiğimiz siz kardeşlerim, saygılı bir dille yaptığımız ufacık bir eleştiriye bu ne tahammülsüzlüktür? Bu maillerde yazılan üzücü, incitici, itici ve hakaret edici sözler, dava sahibi şuurlu bir Müslümanın kaleminden nasıl çıkabilir?
İşte bizzat bu yakışıksız diyeceğimiz ve kardeşlik adına ötesini söylemeyeceğimiz davranışlar, bizim yaptığımız eleştirilerde ne kadar haklı olduğumuzun bir delili veya canlı şahidi değil midir?
Öyleyse devam edeceğiz demektir…