Zincirliler
Sizlere, hop oturup hop kalkarak defalarca seyrettiğim bir filmden bahsetmek istiyorum. Sıra dışı yönetmen Quentin Tarantino'nun "Zincirsiz" adlı filmi. Önce, kısaca, konusunu anlatayım.
Yıl 1858. Teksas'da bir yer. Kuzey-güney savaşının iki yıl öncesi. Eski bir dişçi olan Alman asıllı kelle avcısı Dr. King Schultz, peşinde olduğu Brittle kardeşleri tanıyan Django isimli köleyi, kendisine yardım karşılığında özgürlüğüne kavuşturur. İkili başarılı olunca başka suçluların da peşine düşerler. Django'nun, köle tacirlerinin eline düşen karısı Broomhilda'yı kurtarma isteği, Schultz'u çok etkiler ve ona yardım etmeye karar verir. Broomhilda'nın, "Candyland" çiftliğinin sahibi Calvin Candie'ye satıldığını öğrenirler ve kendilerini köle taciri gibi tanıtarak Candie ile yakınlaşırlar.
Orjinal adı "Django Unchained" olan "Zincirsiz"in konusu böyle.Quentin Tarantino'nun diğer filmleri gibi doğrusal olmayan hikaye akışı, dokunaklı dialoglar ve bol kanlı sahneler var. Adı, 1966 yapımı spagetti western örneği olan "Django" dan alıntı. Shultz ile Django'nun karşılaştıkları heyecanlı ve kanlı bir sahne ile başlayan film, sonuna kadar da böyle gidiyor. Ancak, bir iki sahne haricinde, kan hep zalimlerden aktığı için rahatsız etmiyor.
Filmdeki üç kahramandan bahsederek günümüz Türkiyesi'ne uyarlamak istiyorum.
Önce, Calvin Candie. Vahşi zevkleri olan, zengin beyaz efendi. Filmin, bana göre en etkili ve mesaj kaygısı olan sahnesi, Candie'nin, bir zencinin kafatası ile ders verdiği sahne. Zencilerin kafatasındaki kölelik ile ilgili bölümün dünyadaki tüm canlılardan daha büyük olduğunu söyleyip, onlarda yaratıcılık olmadığını ve itaatin genlerine işlediğini ispata çalışıyor. Bir zencinin zulüm gördüğü bir beyazı neden öldüremediği sorusunu sordukdan sonra tabi. Zalim bir efendinin böyle düşünmesi normaldir. Normal olmayan bir kölenin buna inanmasıdır. Film bu noktada, ellere ayaklara değil, ruhlara vurulan zincirlere odaklanıyor.
Meseleyi zenci-beyaz veya kölelik özelinden alıp daha genellersek film daha bir güzelleşiyor. İtaat etmek, üzerinde çok durulması gereken hassas bir konu. Ne çok öğrenilmiş çaresizliğimiz var. Ne çok itaat ettiğimiz putlarımız var. Görünmeyen zincirlerimiz var ama kendimizi özgür sanıyoruz. Kaçımız anayasal haklarımızı, yönetmelikleri tam manasıyla biliyoruz ? Kaçımızın çekip gitme hürriyeti var? Devlet kapısına zincirle bağlıyız. Askere giden bir delikanlı neden komutanın esiridir? Okula verdiğimiz çocukların etleri öğretmenin olunca çocuklar nelere maruz kalabiliyor hiç düşündük mü? Türkiye'de daha düne kadar "Ben polisim" diyen birine kimlik sormak kimin aklına gelirdi?
Görünen görünmeyen her türlü zinciri kırma heyecanı veren bu film gösterime girdiğinde, statüko taraftarı bir eleştirmenin nasıl bulduğunu merak etmiştim. Şaşırmadım doğrusu, beğenmemiş. Kendi zincirsiz hayatlarını kısıtlayacak özgürlüğü, elbette zincirliler öğrenmemeli. Bir Amerikalı yönetmenin filminden bile.
Bizim ülkemizde kimler, Candie'ye benziyor desem tahminde zorlanmazsınız herhalde. Kafatası ölçüp biçenler, itaat etmek genetik bir mecburiyetmişcesine bu milleti horlayanlar ve silah gücüyle korkutup sindirenler...
Geçelim Stephen'a. Stephan çiftliğin kahyası. Büyük beyaz eve rahat girip çıkıyor. Efendisi ile şakalaşabiliyor. Yalnız fazla itiraz ederse efendisi, efendi olduğunu sertçe hatırlatıyor.
Stephen, kendi ırkına, kendi inancına, kendi fikrine çıkarı için sırtını dönen bir insanın trajikomik halini çok iyi anlatıyor. Kendisini, o kadar beyazlar safında görüyor ki Django'ya " zenci" diye hakaret edebiliyor. Onun, beyaz eve girmesine, itiraz ediyor.
Buraya dikkat lütfen. Stephen, efendisi ile ilişkilerini iyi tutarak nimetlerinden faydalandığı eve, kendi ırkından birinin girmesinden rahatsız oluyor. Aynı şekilde, ata binmesinden de...Garib değil mi? Bu filmden sonra, nereden geldiğini unutub, kendi türünden olanı hor görerek sınıf atladığını zanneden ve geldiği yeri unutmak isteyen zavallılara "Stephen" dense yeridir. Ülkemizdeki Stephenlar kim desem ne cevap verirsiniz?
Siz düşünürken Django'yu anlatayım. Django, beyaz efendi Candie'nin tezini çürüten bir özgür ruh. Zincirsiz bir köle. Afrika ormanlarında özgürce koşan atalarının genlerini taşıdığının farkında. Üstelik kendisine zulmeden beyaz adamla mücadele edip cezalandıracak kadar da cesur. Yalnız, genetik olarak özgürlüğü seçiyor ama beyaz adamın dünyasının kanunlarını bilmiyor. Bu kısmı ise Shultz'dan öğreniyor ( Bana göre Shultz, günümüzün hakiki demokrat tipi). Kendisinin özgür olmasını yeterli görmüyor. Karısını da özgürleştirmek için savaşıyor. Filmin başındaki sahnede, Django tereddütsüz özgürlüğü seçerken, diğer köleler ne yapacağını bilemiyor. Shultz, yol göstermese, esir kalmaya mahkumlar. Bu noktada, Tarantino'nun Mankurt'u bilip bilmediğini merak ettim doğrusu.
Gelelim ülkemizin Djangolar'ına.
Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-yı hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyetden
sözünü ispat edercesine hürriyetden vazgeçmeyen idrak sahibi bilim adamları, siyasetçiler, askerler, sanatçılar, sokakdaki vatandaş vs. hepsi...Kısacası, bütün zincirsizler.
Stephenlar, yani zincirliler, zincirsizler gibi her alanda mevcut. Ama, en iddialı olanları, MHP mitinginde hep bir ağızdan andımızı okuyanlar bence. Efendilerine bağlılıklarını sunanlar. "Benim kafatasımdaki kölelikle ilgili kısım, dünyadaki bütün canlılardan daha büyük" diyenler. Türkçü-Turancı Nihal Atsız'ı, fikirlerinden dolayı fakülteden attıran Reşid Galib'in müsamere şiiri üzerine yemin edenler. Milliyetçileri tabutluklarda inleten, 12 Eylül'de idam eden zihniyet ile gurur duyanlar... Evet, bu rol, en çok onlara yakışıyor.
Filmin sonu, bir hayli manidar. Django, evde, gücü eline alıp "zenciler dışarı çıksın."deyince, Stephen, diğer zencilerle gitmeye kalkışıyor. "Sen" diyor Django, "Burada kal".
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.