Beraber Ağladık Omuz Omuza 15
Bir insan için sözlerinde veya yazılarında anlaşılmaz olmak veya yanlış anlaşılmak her zaman yaşanan acı hakikatlerdendir. Bizim de bu seri yazımızı iyi takip etmeyenler böyle bir yanlışa düşebilirler. Nitekim yorumların çoğu bunu gösteriyor. Öyleyse belki yararı olur ümidiyle buradan iki uyarı ile bu yazıya başlamak istiyorum.
İlki şu; biz Müslümanız ve normal şartlarda bütün Müslümanları seviyor ve hayırlı işlerinde destekliyoruz. M. Fethullah Gülen Hoca Efendi ve cemaatini de seviyor ve hayırlı işlerini destekliyoruz. Ama bazı işlerini hayırlı görmediğimiz, zararlı gördüğümüz zaman da onu veya cemaatini usul ve adabına uygun olarak uyarıcı eleştiriler yapıyoruz. Bunu da kardeşlik gereği iyi niyetle yapılması gereken bir vazife biliyoruz. O cemaatten olup da olgunlaşamayan ve bu yüzden eleştiriyi düşmanlık sayarak bize hakaretlerle hücum eden kimi nadanları da ikaz ile eğitmeye çalışıyoruz. Böylece Müslümanlar arasında birlik ve beraberliği sağlamaya gayret ediyoruz.
Kimileri bunu anlamıyor ve şaşkınlık içinde “sen onları eleştirmiyor, bilakis seviyor ve övüyorsun” diyor. Başka ne beklenebilir ki?
Müslümanların farklı cemaatlerde olmasını ve dinimizin genel ilkelerine ters düşmeden kendilerine göre bir hizmet biçimi geliştirmesini anlayışla karşılamak zorundayız. Bir cemaatin hizmet tarzını, biçimini, usulünü, üslubunu beğenmiyorsak, aralarında olmayız, yeter. Biz de beğendiğimiz gibi hizmet etmeye çalışırız, olur biter. Düşmanlık etmek niye?
Bu anlaşılması çok zor bir mesele midir ki bazıları hala “hem yolunuzu ayırdık diyorsun, hem de sevdiğini söylüyorsun” diye bizi çelişkili davranmakla suçluyor. Çelişki bunun neresinde?
Yeri gelmişken yorumlarla ilgili bir meseleye daha dokunayım. Bazı arkadaşlar sorular soruyor ve cevap bekliyor. Gelmeyince de bunu kendince değerlendiriyor. Lütfen bunu yapmayalım.
Bakınız bir yazıya gelen eleştiri bize yirmi küsür yazı yazdırdı. Eğer her eleştiriye cevap versek, bizim başka konulara hiç girmememiz gerekir. Burası köşe yazıları yeridir, sorulara cevap yeri değil. Öyleyse bizden bir cevap gelmemesi, bir hükmün mesnedi olamaz.
Geçen yazımızda “Ama “aşkımız” aynı. Kurnalar, oluklar, musluklar farklı da olsa, “aynı çeşmeden” su içiyoruz. Canlarımız farklı da olsa canımızı yoluna kurban olarak adadığımız “Cananımız” bir ve can suyumuzun kadehi “Sevgili Peygamberimizin (sav)” elinde. Biz kardeşiz. Biz birbirimizi sevmedikçe iman etmiş olamayız. İman etmedikçe de cennete giremeyiz. Biz birbirimize mecbur ve mahkumuz. Yeri gelince yapılan eleştiri buna engel değildir” demiştik. Şimdi “aşk”, “çeşme” “sakî” ve “cânân” deyince aklıma geldi, hadi ilk defa yazayım gitsin. Hem de her kesimden “eleştiriyi” “düşmanlık” sananlar ders ve ibret alsınlar.
Yıllar önceydi. Alem-i manada büyük bir davet olmuş. Nerededir bilmediğim çok büyük bir camide Müslümanlar toplanmış. Biz vardığımızda cemaat vaaz dinliyordu. Birkaç arkadaşla içeri girdiğimizde camide yer kalmamıştı. Haliyle üst kata çıktık ve caminin doğu kanadında bir yer bulduk oturduk. Baktım vaiz efendi Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaydı. Huşu ile dinledik.
Namazdan sonra nasıl oldu bilmem, birden mihrabın önünde bulduk kendimizi. Birisi bizi Hoca Efendiyle tanıştırmaya çalışırken biz göz göze geldik ve büyük bir cezbeyle birden yerimizden fırlayarak birbirimize sarıldık. Hüngür hüngür ağlayarak kaç dakika boyun boyuna sarılmış vaziyette muanakada kaldık bilemiyorum. İslam’ın garipliğine, ümmetin perişanlığına, Müslüman çocuklarının göz göre göre imanlarını kaybedip mürted oluşlarına uzun uzun ağladık. Her anı asra bedel feyizlerle kalbimiz titrerken adeta gözyaşlarıyla yıkandık. Öylece uyandım ve o hali üstümden epey bir zaman atamadım.
Ben o cemaati ve hocalarını sever ve davalarına inanırım. Çoğu kardeşlerim onları “sistem şuurundan yoksun” sanır. Bu yüzden aleyhlerinde konuşurlar. Bence öyle değil. Onları müdafaa etmekten usandığım, hatta bazı dostlarımı kırdığım bile oldu. Çok gecelerimiz bu konuları konuşmakla geçti. Arada kalıp ezildiğim çok oldu. İki tarafa da “Allah’tan korkun” dediğim oldu. Ne bunlar kendileri hakkında oluşan bu kadar yoğun tepkiyi anlamaya çalıştılar, ne de diğerleri yer yer tepkilerinde haklı olsalar bile bunların gerçek davalarından kuşkulanmaktan vazgeçtiler.
Benim zann-ı galibime göre bunun altında yatan iki şey vardır. Birisi uslup meselesi, diğeri de Hoca Efendi’nin kendi cemaatini sair cemaatlerden ayrı tutarak, onlara karıştırmadan, yetiştirip eğitmeye çalışma arzusu. Bunun sebebi de -Allahu a’lem- kendi metotlarınca taşkınlık sayılacak olumsuz hareketlerden cemaatini korumaya çalışmasıdır. Onların bir muhalif rüzgar ile savrulmalarını, bir çoşkun sel ile sürüklenip boğulmalarını önlemek gayret ve çabasıdır. Benim kanaatime göre, cemaatin içe dönük, dışa karşı nerdeyse kapalı denecek derecede ilgisizliğinin altında yatan sebep de budur.
Şimdi gelelim üsluptaki farklılığa ama gelecek yazıda…