Faruk Köse

Faruk Köse

Cumhuriyet neyin bayramı?

Cumhuriyet neyin bayramı?

Bugün “Cumhuriyet Bayramı.” Ancak Cumhuriyet’in “niçin bayram” olduğu veya “neyin bayramı” olduğu iyi anlaşılmış değil. Bunun için Cumhuriyet’in neyin üzerine kurulduğuna bakmak lazım.

Nitekim bu köşede 29.10.2012 tarihli yazıda başlıktan “Cumhuriyet neyin üzerine kuruldu?” diye sormuş, “Cumhuriyet ile nelerin götürüldüğü”ne dair birkaç önemli örnek vermiştim. Bugün, “Cumhuriyet”in “neyin bayramı” olduğuna dair birkaç hakikati dikkatlerinize arz etmek istiyorum.
“Cumhuriyet Bayramı”, Kemalizm’in, “milliyetçilik/ulusalcılık ideolojisi” doğrultusunda milleti İslam’dan uzaklaştırmak için “dini bayramlara alternatif” olarak ürettiği bir “milli etkinlik”tir. Nitekim Cumhuriyet’in 10. yılı kutlamaları münasebetiyle CHP Genel Sekreteri Recep Peker, 31.08.1933’te parti örgütünden, partililerin, kendilerine, ailelerine ve çocuklarına alacakları yeni giysilerin Cumhuriyet Bayramı’na denk getirilmesini ve bunun gelenekselleştirilmesini istemiştir. Tıpkı dini bayramlarda olduğu gibi...

“Cumhuriyet’in ilân şekli”, konuya “Cumhur”un dahil olup olmadığını göstermesi bakımından önemli. Hem basın, hem de İstiklâl Harbi’nin anlı-şanlı paşaları, Cumhuriyetin ilân edildiğini ancak bir sabah top sesleriyle uyandıklarında anlamışlardı. Çünkü M. Kemal, Cumhurbaşkanı olması engellenir diye kimseye haber vermeden, tepeden inmeci bir yaklaşımla Cumhuriyet ilan etmiş, böylece Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’da yazdığı gibi, aslında “kendi diktatörlüğü”nü kurmuştu.

Kâzım Karabekir’in hatıralarında yazdığına göre, 30 Ekim sabahı, Trabzon’da Bahriye müfrezesi komutanı iken kendisine Ankara’dan, Cumhuriyet’in ilan olunduğunu, yüz pâre top atılmasını emreden bir telgraf gelir. Karabekir şunları yazmaktadır: “Ben hem milletvekili ve hem de bir ordu kumandanı olduğum halde bana da kimse bir şey bildirmemişti. Bu vaziyet haklı olarak halkı da, orduyu da telâş ve endişeye düşürdü.” Sonra Karabekir şu manidar cümleyi kuruyor:

“İstiklâl Harbi’nin tehlikeli günlerinde sonuna kadar feragat, fedakâr arkadaşlarının rey ve irşadına ihtiyaç gösteren M. Kemal Paşa, artık muzaffer bir başkomutan sıfatıyla maiyet komutanlarına Cumhuriyeti ‘dikte’ ettirmiştir.”

Yani Cumhuriyet, Cumhur için ve Cumhur’un onayıyla değil, “M. Kemal’in dikte ettirdiği bir rejim” olarak, bayramı da “halkın bayramı” olamamıştır. Zira Karabekir’in hatıratındaki şu ifadeler, Cumhuriyet’in nasıl endişeyle karşılandığını gösteriyor:

“10 Kasım (1923) sabahı vapurumuz Boğaz’a girdi... Rauf Bey ve Refet Paşa ve İstanbul gazete muhabirleri vapurumuza çıktılar. Her biri bir sual soruyor, .... endişeleri Cumhuriyet’in ilân şeklinden doğuyordu.... Ankara’dan gelen haberler M. Kemal Paşa’nın yeni toplandığı bir çevre ile tam bir ‘diktatörlüğe’ gittiğidir. Millî hâkimiyet yerine ‘şahsî hükümranlık’ kurulmuştur. İstiklâlimizi kurtaranlar hürriyetimizi boğacaklar mıydı?.. Rauf Bey ile Refet Paşa’dan öğrendiğimde Cumhuriyet adı altında ‘şahsî saltanat’ kurulmuş olduğu ve halk ve basının da kurtuldukları bir istibdattan diğer bir yenisine düştüklerinden feryat ettikleridir.” (Kâzım Karabekir Anlatıyor, Yayına Hazırlayan: Uğur Mumcu, Tekin Yayınevi, Ankara 1993, Sh.107-113.)
M.Kemal’in nasıl Cumhurbaşkanı olduğuna bakarsak konuyu daha net anlarız. Bizzat M.Kemal, Nutuk’ta yazdığına göre, Meclis’te Milletvekillerine şöyle hitap etmiştir:

“Bu bir olupbittidir.... Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.” (Nutuk-II, Sh.691)

Bu sözün üzerine bir şey eklemeye gerek var mı?

Anlaşılan, Cumhuriyet cebren ve halka/cumhura rağmen, oldu-bitti ile ilân edilmiş ve bunun üzerine muazzam bir “Kemalist Diktatörlük” kurulmuştur. Neyin Bayramı olduğunu anladınız mı şimdi? Halkın değil, Kemalist Diktatörlüğün bayramı...

M.Kemal’in “tek aday” olduğu Cumhurbaşkanlığı oylamasına TBMM’nin yüzde 52,7’si katılmadı. Yani 334 milletvekilinin 176’sı oylamaya katılmamış, katılım 158’de kalmıştı. Demek oluyor ki M. Kemal, Meclis’in yarısından fazlası oy vermediği halde Cumhurbaşkanı seçilmişti. Seçildikten sonra da ölünceye kadar görevini bırakmadı. Osmanlı padişahlarını ömrü boyunca saltanatta kalmakla suçlayan zat, kendisi ömrü boyunca Cumhurbaşkanlığı koltuğunu bırakmadı.

Bu oldu-bittiyi değerlendiren Rauf Orbay’ın, basına verdiği demeçte süreci izah ederken İttihat ve Terakki’ye gönderme yapması, 1908’in özgürlük umutlarının 1913’te nasıl “parti despotizmi”ne dönüştüğünü hatırlatması manidardır. (Rauf Orbay, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e (Hatıralar)-III, Sh.413-414.)

Cumhuriyet’in temel felsefesi “hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” ya hani. Bizde öyle olmadı. Bizde hakimiyet kayıtsız şartsız M. Kemal’in oldu. Mesela, milletvekilleri bizzat M. Kemal tarafından tayin ediliyor, kimlerin hangi illerden milletvekili olacağına kendisi karar veriyordu. 01.04.1931 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin haberi bunu teyit ediyor: “Kaç mebus alınacak? Hakiki vaziyeti hiç kimse tahmin edemez. Kati vaziyet Gazi hazretleri umumi listeyi ilan edince anlaşılacak.”

Bu yazıya daha çok şey eklenebilir, ama yerimiz dar. Son sözü M. Kemal’e verelim:
“Bizim hükümetimiz demokratik bir hükümet değildir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri,I, Sh.196-197)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Faruk Köse Arşivi