Mü’minler Aman Dikkat! (1)
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki; bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ama ahrette (böyle olmayacak) ya şiddetli, çetin bir azap veya Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metasından (aldatıcı ve geçici bir tatmin) vasıtasından başka bir şey değildir.” (57 Hadid, 20. Âyet)
İçinde bulunduğumuz şartlar bir mü’min olarak üzerinde düşünmemizi gerekli kılıyor. Üzerine üşüştüğümüz dünyanın gerçek çehresini bize gösteriyor. Ne yazık ki bile bile bu kapana takılıp kalıyoruz. Önce âyetin mealini okuyalım. Sonra da âyetin anlattıklarını anlamaya çalışalım:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki; bitirdiği bitki, çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ama ahrette (böyle olmayacak) ya şiddetli, çetin bir azap veya Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metasından (aldatıcı ve geçici bir tatmin) vasıtasından başka bir şey değildir.” (57 Hadid, 20. Âyet)
Dünyayı yaratan ve şekillendiren, sonra da bizi onun üzerinde sınamak isteyen Allah’tır. İmtihan çeşidini, zaman ve şartlarını da belirleyen sadece O’dur. Allah’ın takdirinde dünya oyun ve eğlencedir. Süstür, övünme vesilesidir mal-evlat yarışından ibarettir. Bu altı çizili kavramlara dikkat edersek Allah’ın dünyayı nasıl görmemizden razı olacağını da anlarız.
Bütün bunlara rağmen Allah, dünyanın tamamen ihmal edilmesini de istememiştir; sınamanın tam gerçekleşmesi için dünyanın da ihmal edilmemesi gerekmektedir. Kullarının elinde dünya da bulunsun istemiştir ama ellerinde durması gereken dünyayı kalplerine koyanları da kaybedenler listesine geçirecektir.
Rabbimiz, bütün insanların çok rahat anlayabilecekleri bir örnekle gözlerimizi açmayı murat etmiştir: Yağmur ve bitki! Yağan yağmur toprağı coşturur. Coşan toprak çiftçinin yüzünü güldürür ama bir zaman sonra yağan yağmurla beraber yeşeren bitki kurumaya yüz tutar. Sonra da toprak eski hâlini alır. Dünya da böyledir: Eline geçince yüzünü güldürür. Onu ekine döndüremezsen kurur gider, elinde iken sana ahireti kazandıracak bir nimet olduğu hâlde azaba sebep olur. Dünyayı ahiret kazancına sebep olarak kullanamayanlar, dünya yüzünden kesinlikle azap göreceklerdir. Nitekim onu ahiret kazancına sebep yapanlar da ebedî bir cennet nimetinin vesilesine dönüştürürler dünyayı.
İnsanların dünyevileşme meyline, ahireti unutma gafletine karşı İslâm toplumu tasavvufu geliştirmiştir. Doğrusu eğrisi bir kenara tasavvuf, dünyevileşme gidişatına karşı gelişmiştir. Şimdiki tasavvuf ekolleri yani tasavvuf üzere çalışan gruplar, insanlara Fudayl’lerin, Ceylani’lerin, Gazali’lerin, İmam-ı Rabbani’lerin menkıbelerini ders kitabı gibi okutan insanların yaşayışları bile ‘dünyevîleşme hastalığı’ndan kurtulamadıklarını göstermektedir. Şimdiki tasavvuf erbabı, zühd ve takva vitrini oluşturanlar, işadamlarından daha lüks bir hayat yaşamaktadırlar. Önceleri ‘Çilehane’ olarak hatırlanan tekkeler, şimdi lüks hanelere dönüşmüştür. Yunus Emre’nin sırtında heybesi ile dağdan dağa yürüdüğünü menkıbe olarak anlatanlar, özel helikopterlerle zikir meclislerine katılmaktadırlar. ‘Tasavvuf erbabında bile böylesi bir sürece gelindi ise gerisi nasıldır?’ diye düşünmekten kendimizi alıkoyamıyor, hastalığın dehşetini ve insanımızı ne duruma düşürdüğünü daha iyi anlıyoruz.
Dünya nimetlerinin üzerine çullanan Müslüman, başka bir göstergeye gerek bırakmayacak kadar dünya nimetlerine râm olmuştur. Siyasi, ekonomik ve sosyal menfaatler üzerindeki hırs, bu çullanmanın göstergesidir. Aslı helal olan ama elde ediliş tarzı helal olmayan imkânlar ya da abartılan mübahlar bu yola kayışı gösterir. Üç günlük dünyayı ebedîleştirme sonucuna götüren bir anlayış, ebedî saadet arayan bir insan için çelişki olacaktır elbette. Bilhassa haram sınırlarının zorlanması, mü’minlerin mü’min olmayanlar gibi iş yapması, kazanç elde etmesi, birbirlerinin hukukunu çiğnemesi dünyaya çullanmadır.
Tekâsür Sûresi’nin defalarca okunup üzerinde tefekkür edilmesine, bu dönemde ne kadar da muhtacız! Ölüm bile ürkütmüyor artık. Nasıl ürkütsün ki; mezarlıklar bile yapılaşmadan, içine düştüğümüz bina yarışından nasibini almış durumda. Allah’ın bize, oyun ve eğlence olarak tanıttığı dünya, gaye ve hedef hâlini almıştır. İnsanoğlu çok malla elde edilecek imkân ve itibarın ona her kapıyı açacağını düşünüyor. Kınanan çok mal değil, mal çok az da olsa onu çoğaltma tutkusudur. Cüneydi Bağdadi Hazretleri fakrı, ‘Fakr hiçbir şeye sahip olmaman değil, dünyalara sahip olsan da hiçbir şeyin sana sahip olmasına izin vermemendir’ diyor.
Serveti, keyfimizce tasarruf edeceğimiz bir mülkiyet değil, hesabı sorulacak bir emanet olarak görürsek, kendimizi toparlayabiliriz. Şeytan, insanı bitmeyen bir fakirlik ve muhtaçlık korkusu altında tutmak ister. Bunun için de sabah-akşam yalanlarla dolu bir propagandayı evde, camide her yerde enjekte etmeye çalışır. Cimriliğe, kısmaya teşvik eder. Tavize sürükler. Zillete bile razı ettirir. İster ki; mü’min hiç dünyanın peşinden ayrılmasın. Sanki mü’min bir an dünyayı ihmal etse tamamen elinden gidecek zanneder.
NAMAZA DiKKAT ÇEKEN BiR PEYGAMBER
Efendimiz’in Hayatından
Rasûlullâh’ın (s.a.v) Allah Teâlâ’ya olan muhabbeti ve bağlılığı o noktaya çıkmıştı ki, dünyâda rahat ve huzûru ancak Yüce Rabbine ibâdet etmekte bulurdu. Dünyâ meşgaleleri arasında daraldığı zaman; “Ey Bilâl! Bizi rahatlat” buyurarak ezâna ve namaza koşmuş, namaz vakti girdiğinde her şeyi bir tarafa bırakarak Rabbine yönelmiştir.
Hayâtı boyunca namazlarını dâima ilk vaktinde kılmıştır. Nitekim o, nerede olursa olsun, vakti girdiği anda hemen namaz kılmaktan çok hoşlanırdı.
Enes (r.a) şöyle anlatır:
Vefatı esnâsında Peygamber Efendimiz’in yanındaydık. Bize üç defâ, “Namaz hususunda Allah’tan korkunuz!” buyurdu ve sözlerine şöyle devam etti:
“Emriniz altındaki insanlar hakkında Allah’tan korkunuz, iki zayıf hakkında Allah’tan korkunuz: Onlar dul kadın ve yetim çocuktur. Namaz hususunda Allah’tan korkunuz!..”
Rasûlullah (s.a.v) daha sonra, “Namaz, namaz…” diye tekrar etmeye başladı. (Mübârek lisanı söyleyemez olunca bile) rûh-i pâki Refîk-i A’lâya yükselinceye kadar bunu içten içe tekrar edip durdu.
Dikkat Dikkat
Modern hocalık
* Giyim kuşamdan ev mobilyamıza kadar hayatımızın her alanı, elinde medya ve benzeri araçları bulunanlar tarafından yönlendirilmektedir. Yeme zevkimizi de onlar belirliyor hayat tarzımızı da… Siyasetimizde de onların parmağı var.
* Önceleri dinimizi yok sayarak, eğlenerek değersiz hâle getirmek istiyorlardı. Yeni zamanlarda ise dinimizi içinden eritmek için yeni taktiklere başvurdular. Onların zararsız göreceği konuları anlatan ya da en ince meseleleri onlara zararsız hâle getirerek anlatan ‘hocalar’ çıkardılar medyaya. Bu hocaların kimi, fitnesini üretip kayboldu, kimi de toplumda yer buldu.
* Buna karşılık bazı hocalar da âdeta dinden soğutmak için uğraştılar. Gelişen olayları izleyemediler. Nazik dil kullanamadılar.
* Peygamber aleyhisselamın makamına vekâlet anlamına gelen hocalığın ortasının bulunması gerekmektedir.
* Ülkemiz lâiklik ilkesi üzerine yeminleşmiş kadrolarca yönetilmektedir. Son yıllarda Müslümanlar arasında da lâikliğin, en azından zararsızlığını savunabilecek akımlar çıkmıştır. Lâik bir ülkede, Müslüman halkın din eğitimi ihtiyacını lâik devletin kurduğu ve yönlendirdiği ilahiyat fakültelerinden yetişenler üstlenmek durumunda olmuştur.
* İlahiyat fakültelerinden yetişen öğretim elemanlarından oluşan bir kadro ile de İmam Hatip Liselerindeki öğrenciler eğitim görmektedir. Çok küçük rakamları aşmayan bir kadro da parmak sayısını geçmeyecek bir talebeyi klasik denen usûllerle yetiştirmeye çalışmaktadır. Din eğitimi meselemiz, “din meselemiz”den daha yaygın ve daha ağır bir meseledir. Hoca ihtiyacımızla ‘namaz kıldıran, cenaze yıkayan görevli’ ihtiyacımız arasındaki farkın anlaşılamamış olması bize ağır bedeller ödetmektedir.
İKAZ
Geçmişi unutmamak
Hz. Ömer sokaktan geçerken, kadının biri oğluna seslenmiş: “Oğlum yoldan çekil. Halife geçiyor!”
Başka bir kadın, hayret içinde söylenmiş: - Bu adam, dün sadece Ömer’di, şimdi Halife mi oldu!
Hz. Ömer, tebessüm ederek kadına dönmüş ve: Allah senden razı olsun, demiş. Bana eski hâlimi hatırlattın.
Gözyaşının sebebi
Tabiinden alim, fazıl, muhaddis ve sufi Abdullah bin Mübarek Hazretleri, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapmıştı. Seyahatleri bitip ayrıldıklarında Abdullah bin Mübarek içli içli ağlamaya başladı. Bu hale şaşıran dostları:
“Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzun eden şey nedir?” diye sordular. O kadri yüce Hak dostu, derin bir iç çekti ve yaşlı gözlerle:
“O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hallerini düzeltemedim. O biçarenin ahlâkını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acaba benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şayet o, benden kaynaklanan bir hatadan dolayı istikamete gelmediyse, yarın halim nice olur!” dedi ve hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir vaziyette ağlamasına devam etti.
Allah rızası
Birisi Cüneyd-i Bağdadi’ye gelir sorar: “İhlâsı kimden öğrendiniz?..”
- Mekke-i Mükerreme’de harçlıksız kalmıştım. Basra’dan para bekliyordum ama gelmemişti. Saçım sakalım çok uzamıştı. Bir berbere girdim , “Peşin peşin söyleyeyim param yok” dedim. “Allah rızası için saçlarımı düzeltebilir misin?..”
Berber o anda mevki sahibi birini traş etmekteydi. Onu bırakıp bana başladı. Adam itiraz etti.
Berber: “Kusura bakmayınız efendim” dedi, “Sizi ücreti mukabilinde traş ediyorum. Ama bu genç Allah rızası için istedi.”
Berber dahasını da yaptı, bana harçlık verdi. Aradan birkaç gün geçti, beklediğim para geldi. Ona bir kese altın götürdüm.
“Asla alamam” dedi, “İnan Allah’ın rızası, daha değerli..”
Vahyin Dilinden
“…Siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun, (mü’min kardeşleriniz ile) aranızı düzeltin, Allah ve Rasûlü’ne itaat edin.” (8 Enfâl, 1. Âyet)
Allah Rasûlü’nden
Peygamberimiz buyuruyorlar ki: “İçinizde en hayırlı insan, görünüşü size Allah’ı hatırlatır. Konuşması, sizin ilminizi artırır. Davranışları ise, sizi ahirete teşvik eder.”
-Camiussağir-
Günün Sözü
“Gübre bostanın gönlüne girip yok olur, pislikten kurtulur. Kavun veya karpuzun lezzetli olur ve lezzeti artırır. Sen de pislikten kurtulursan, yücelir ve mutluluğa erersin.”
-Celaleddin Rumî-
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.