1435: Yeni bir hicrî yıla girerken (2)
Bütün peygamberler, hicreti öğretmek için gönderildiler. Âdemoğlu'nu temsil eden Hz. Âdem ilk muhacirdi. Şeytan günahında ısrar ile İblis olurken, Hz. Adem günahına pişman olarak kendisine iradesini kullanacağı dünyaya gönderildi. Dünya Ademoğlunun tevbesine karşılık bir ödül olarak verildi. Hicretin mükâfatı! Hz. Nuh, hicretin gemisini, karada yapmayı öğretti. Tufan isyan edenler için bir felaket, iman edenler için bir hicret oldu. Hz. İbrahim muhacirlerin piriydi. İnsanlığa küfürden, zulümden ve şirkten nasıl hicret edileceğini öğretti. Nemrud'un zulüm diyarından inancını özgürce yaşayabileceği bir toprak arayışı için çıkarken; “Ben Rabbime hicret ediyorum” demişti. Hz. Hacer’in Hicreti, (hicret eden kadın da olsa) Allah indinde makbul bir amel olarak ne kadar değer taşıdığını, kendisinden sonraki Müslümanlara bir vecibe olarak intikal etmesinden anlıyoruz. İsmail hicretin bebeğiydi. Bebeğin hicreti, kendisini babasının elindeki bıçağın altına kadar getirdi. O hicretin teslimiyet olduğunu öğretti. Hz. Yusuf'un hicreti ise kuyulara atılmak, köle diye satılmak, iffet, liyakat, hikmet, hizmet ve gayretle Mısır'a sultan olmaktı. Hz. Yusuf, “Bir muhacir ne yapabilir?” sorusunun en çarpıcı cevabıydı. Hz. Musa, prenslikten çobanlığa, saraydan ağıla, imkândan mahrumiyete hicreti öğretti. Hz. Davud, iktidarın ‘hicretin atı’ olduğunu, Hz. Süleyman, güç ve servetin hicretin emrinde olduğunu öğretti. Hz. Zekeriyya ve Yahya, şahadetin de bir hicret olduğunu öğrettiler. Hz. İsa, insanlığı nefret ve zulümden sevgi ve merhamete hicrete çağırdı. Ve Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz, hicretin medeniyet ve ‘devlete giden yol’ olduğunu öğretti.
İnsanın beşerî karakterini, fıtratına uygun bir çevre içinde kazanır. İnanmış ideal insan tipinin yetişmesi için de müsâit çevreye sahip olmak gerekir. Hira’da ilk vahye muhatap olduğu andan itibaren cahilî çevreyle mücadele eden ve onu İslamîleştirmeye çalışan Rasulüllah, 13 yıl uğraşmasına rağmen, hicret öncesinin Mekke’sinde bu mümkün olmadı. Habeşistan’a yapılan hicretler böyle bir arayıştı. Ne var ki, Habeşistan Hıristiyan kültürünün hakim olduğu bir çevreydi, etkisini de birkaç sahabeye kendi zihniyetini vermekle gösterdi. Onun için oraya gidenler devamlı olarak Arabistan’da uygun bir çevre oluştuğu haberini bekler bir vaziyetteydiler. Taif’de acımasız karşılanmasının ardından Akabe biatlarıyla önceden hazırlanan çevreye hicretle birlikte Medine’de ulaşılmıştı. Bu sebepledir ki, Hicret, sıradan ve klasik yaklaşımla, zulüm gören, umumî boykota maruz kalan Müslümanların, zulümden ve boykottan uzak, huzur dolu sıkıntısız bir sığınma hareketi değil; yeni zihnî yapıya uygun bir muhit oluşturma gayreti ve ideali olarak değerlendirilebilir. Davranış, çevre, zihniyet boyutunun yanında müesseseleşme ve organizasyon boyutu da “hicret”e farklı bir bakış ve anlayış getirmektedir. Kurumlar ve organizasyonlar, inancı, düşünceyi, zihniyeti, kültürleri asırdan asıra aktaran özelliklere sahiptirler. Günümüz Müslümanları, yaşadıkları zamanlarına uygun müesseselerini kuramamaları ve organize olamamaları sebebiyle çağa ve çağın insanına İslam’ın mesajını verememişlerdir. Bu meseleleri Rasulullah Efendimiz, hicret vesilesiyle Medine’de çözmüştür. Müminleri “namaza çağırma”yı bir “dâvet kurumu” olarak ezanla halletmiştir. Önceleri “sosyal güvenlik” bilahare eğitim organizasyonu olarak kurulan “suffe” ile kimsesizlerin durumu çözüme kavuşturulmuştur. Hicret sonu yapılan Kuba Mescidi, Medine’de ilk inşâ edilen binaların mescitlerden oluşması dikkat çekicidir. Zira mescitler, Allah yoluna girmenin, o düşünce yapısına sahip olmanın, dinî tebliğ yerleridir. Malî sıkıntı içinde olanlara, önceleri ihtiyarî olarak başlatılan yardımların daha sonra “zekat” olarak müesseseleştirilmesi “hicret”e farklı bir bakış açısı getirmiştir. Her şeylerini bırakıp Allah için yola çıkan Muhacirîni, onlara yer-yurt açan, her şeylerini paylaşan Ensarı, gösterdikleri teslimiyeti, yaptıkları cefakâr ve fedakârlıkları, verdikleri mücadeleleri, tebliğ ve irşatlarındaki usul ve üslûplarını dikkat ve itina ile inceleyip dersler çıkarmamız gerekir. Muhacirin her âyeti kendilerini inşâ eden düstur olarak görüyorlardı. Sancıları vardı, dertleri vardı, değiştirmeleri, vahiyle düzeltmeleri gereken yanlışları vardı. Dinini-diyanetini ciddiye alıyorlardı. Nâzil olan âyetler, hayat tarzlarını inşa ediyordu. Kısaca her âyeti kendine nazil olmuşçasına yorumluyorlardı.
Hicret; Cami merkezli bir hayattır. Hicret; Ev merkezli bir hayat. Evin merkezinde namaz. İbadet eksenli bir hayat. Eğitim merkezli bir ev. Modernizmin evsizliğine mukabil, İslam ev merkezli bir hayatı teklif ediyor insanlığa. Bu da evsizlikten eve hicreti gerektiriyor. Sokaktan, başıboşluktan eve hicret. Sokak çocuğu, sokak kadını’ olmaktan kadını ve çocuğu kurtarır hicret. Bugünkü çarşı-pazarlı, alışveriş merkezli bir hayatı tercih eder hale gelen Müslümanların Hicrete ne kadar ihtiyacı vardır?
Şu halde “hicret” üzerinde düşünerek, iç dünyamıza dönerek “hicret şuuru” içinde hareket ederek, içinde bulunduğumuz dünyevî şartlara rağmen Peygamber Efendimizin sünnetini çağa taşıyarak “hicret yolcusu” olduğumuzu unutmayarak, insanımıza soluk aldırmalıyız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.