Hayatımız ibadet ibadetimiz hayat olsun
Ne imansız ve ibadetsiz ahlâkla, ne ahlâksız ve ibadetsiz imanla, ne de muhtevası boşaltılıp şekle indirgenmiş ibadetle iyiler safına dahil olabilirsiniz. İbadetler Allah’a yollanmış mektuba, içi boşaltılmış bir ibadet de, Allah’a yollanmış boş bir zarfa benzetilmiş. Mektup ruh ise, zarf cesettir. Din, ibadet sahibin altında bir Burak, ruhsuz cesede dönmüş ölü bir ibadet ise, sahibinin sırtında bir yüktür
Kur’an-ı Kerim’de “iman edenler ve salih amel işleyenler” deyimi defalarca geçmektedir. İman ve salih amel arasında bir ayrım yapılmadığı / yapılmaması gerektiği bundan çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İman olmadan bir işin “iyi” olmasının mümkün olmayacağına karar vereceğimiz gibi salih amel olmadan da imanın içinin boş kalacağına da karar verebiliriz. Bakara Sûresi’nin 177. ayeti bu hakikati teyit etmektedir:
“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki o; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, Peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Anlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte, doğru olanlar bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!”
Ne imansız ve ibadetsiz ahlâkla, ne ahlâksız ve ibadetsiz imanla, ne de muhtevası (içeriği) boşaltılıp şekle indirgenmiş ibadetle iyiler safına dahil olabilirsiniz. İbadetler Allah’a yollanmış mektuba, içi boşaltılmış bir ibadet de, Allah’a yollanmış boş bir zarfa benzetilmiş. Mektup ruh ise, zarf cesettir. Din, ibadet sahibin altında bir Burak, ruhsuz cesede dönmüş ölü bir ibadet ise, sahibinin sırtında bir yüktür.
Enfal Sûresi’nin 2 ve 3. ayetini de bu mantıkla okuyabiliriz:
“Hakiki mü’minler şu kimselerdir ki; Allah hatırlatıldığı zaman kalpleri ürperir, titrer. Kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artıp güçlenir ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızk olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir.” (8 Enfal, 2-3. Âyet)
Namaz, insanın Allah’a karşı sorumluluğu, zekat da insanın topluma karşı sorumluluğudur.
Bu ayetler üzerinde düşündüğümüzde; ayetlerin, iman ve imanın icabı olan salih amel beraberliğini öne çıkardığını görürüz. İyi olmayı bir yöne yönelmiş olmakla sınırlamayı kabul etmeyerek başlıyor ayet. İyilik için yapılması gerekenler vardır. Bunlar da kişinin iç yapısıyla tasdik ettiği, yani iman ettiğini söylediği iman esasları yanında, dış organlarla yerine getirilebilen işlerden oluşmaktadır. Allah’a, meleklere, Peygamberlere inanmak, sevilen maldan Allah için verebilmek, namaz kılmak, zekât vermek, verilen sözde durmak, sabretmek, Allah’ın ayetleri karşısında titrer durumda olmak ve bu durumun imanın artmasının vesilesidir. Ayetlerde sayılan maddelerde, imanla beraber bizim sıradan işler olarak görebildiğimiz yakınlara, yetimlere, yolda kalmışlara destek olma gibi ameller, “iyilik” karakterine haiz olmanın şartı olarak görebilmeliyiz. Bundan anlaşılıyor ki mü’min olmanın gerekleri sadece iman esaslarını kabul etmekle sınırlı değildir. Allah’ın yardımı da mü’min kulları üzerinde tecelli edeceğine göre, bu seviyede bir iman sahibi olmaya mecburuz. Enbiya Sûresi’nin 94. ayeti de “Şu hâlde kim mü’min olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez.” Bu bahse net bir hüküm koymaktadır. Yapıp ettiklerimizin ancak iman ile beraber olduğunda yapılmış bir iyilik durumunda olacağı hükmü bu ayetten de anlaşılmaktadır.
İmanın şubeleri mevzuunda Resûlullah’ın (s.a.v) “İman, yetmiş küsur (veya altmış küsur) şubedir. Bu şubelerin en üstünü Lailaheillallah’tır. En düşüğü, yoldan bir sıkıntı vericiyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın şubelerindendir.” (Müslim) meşhur hadisi şerifini, imanın ne olduğu ve mü’min şahsiyetimizle ortaya koyduğumuz fiillerimizin ne manaya geldiği açısından değerlendirdiğimizde; şöyle bir kural koysak yanılmış olmayız.
• Elindeki tesbihle Lailaheillallah diyen bir mü’min, imanının gereklerinden birini yapmaktadır.
• Yolda yürürken, insanlara veya araçlara zarar verecek bir kırık cam parçasını kaldırıp kenara alan mü’min, imanının gereklerinden biri yapmaktadır.
• İnsan olarak duyulması, konuşulması çirkin olan bir işle karşılaştığında yüzü kızaran mü’min, imanının gereklerinden biri üzerinedir. (Daha birçok faydalı iş sayılabilir.)
Bu üç tespit de hadisin muhtevasının bize öğrettiği hususlardan oluşmaktadır. Biz buradan imanımızın kalpte gizlenmiş bir değer olmanın ötesinde yüzü kızartabilen, sosyal hayatımıza şekil veren bir değer de olabileceğini çıkarıyoruz. Yeryüzünde mü’min bir neslin varlığı, bu bakış açısı ile de izlenebilmelidir. İman, bu geniş yelpazede hareket edebilmelidir. Esasen İslâm’ı camilere daraltıp mabet dini hâline getirenlerle mücadele ederken mü’minler olarak biz, imanımızı kalpteki hislerimize daraltıp bize yapılana benzer bir hata üzerinden din yaşamaya çalışmış oluyoruz. Hâlbuki yaptığımız her iş, bizim için mü’min olmanın gereği olarak yaptığımız iş durumunda olmalıydı. Namazımızdan ecir kazandığımız gibi bir tebessümden de ecir kazanmalıydık. Camimize giderken camide olmaktan umduklarımızı, evimizle cami arasındaki yoldan bir kırık cam parçasını kaldırmaktan da ummalı idik. İman sahibi olduktan sonra yapılan her iş, bir sevap kaynağı durumundadır. Öyle ki; hayatımız ibadet, ibadetimiz hayat olmalıdır. Bunun da iki şartı vardır.
Şu var ki mü’min, Allah için ve Allah’ın dinine uygun olarak yaptığı işlerden dolayı ecir kazanmaktadır. Bizim hoş görüyor olmamız ya da insanların beğenisi bir sevap sebebi olamaz. İki şart gayet önemlidir. Birincisi, yapılan iş Allah için yapılıyor olacak; asla riya ve gösteriş karışmayacak. İkincisi de yapılan işin kendisi İslâm’ın Şeriat’ına uygun yapılmış olacak. Bu iki şart yerine getirildikten sonra, cami dışında yaşadığımız aile hayatından sosyal hayatımıza, ticari faaliyetlerden öğrencinin ders çalışmasına, bir din kardeşimizin halini hatırını sormaktan bir çocuğu sevindirmeye, çektiğimiz tesbihten, yaptığımız zikirden, çoluk-çocuğumuza ayırdığımız zamana varıncaya kadar ‘salih amel’ işliyoruz demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.