Yarılmış görüntüler
önünde sonunda bir yolculuktasın. Bu yolculukta yanına kendini de almamışsan, her şey tıkırında gider. çünkü her şeye en başından başlamış olmak, çıkılan yolculuğun temel ilkesidir.
İlk kez karşılaştığın kadın veya erkek, yani yol boyunca sana arkadaşlık edecek kişi, boyuna kendinden söz açacaktır. Eğer dinlemeye tahammülün, sabrın, dahası cesaretin varsa bu yolculuğu kendin için katlanılabilir hale getirmen mümkündür. Eğer yol arkadaşının mukabil talepleri varsa, o takdirde yolculuğun katlanılabilir olup olmadığını kendi istidadına bırakmak zorunda kalabilirsin.
Yolculuğun bir noktasında yoldaşının yardıma muhtaç biri olduğunu birden kavrayabilir ve ona yardım etmek isteyebilirsin. Bu, kendiliğinden ortaya çıkar. Anlıyor musun ahbap –kendiliğinden.. aslında açıkça dermeyan edilmiş hiçbir fikir yoktur. Aslında bir ima bile söz konusu değildir. Ama bir esinle, yoldaşının senin hizmetine, yardımına muhtaç olduğunu öğrenirsin.
Olaya bir ucundan başlamak gerekir. Başlarsın. Onu bir otele götürmek, orada istirahatını sağlamak gerekebilir. Belki bir kliniğe yolunuzu düşürmeniz icap edebilir. Bilemiyorum. Belki yolculuğun bir kısmını katır sırtında yapmak zorunda kalabilirsiniz. Bir yerde tren karşınıza çıkabilir. Ya da otobüs… Bütün bu imkân dahilinde olan şeylerin her biri, seni nasıl olsa bir mola yerine doğru sürükleyecektir.
Orada birden bir sorgulamayla karşılaşabilir ve birden yoldaşından sıkılmaya başladığını fark edersin. Ortaya koyduğun özürlerin hiç birinin işe yaramadığını esefle görürsün. Daha doğrusu, senin hizmet ve yardım zımnında yaptığın her şey, üzerine bir kabahat, bir cürüm olarak geri döndürülebilir. Beynine bir balyoz yediğini düşünmeye başlamadan önce, hücumlar arkası arkasına sökün eder. Onun yoluna niçin çıktın? Onun hayatını dinlemeye ne hakla cüret ettin?
Oysa işin başlangıcı öyle değildi. Belki yoldaşın da durumun bu yönde sonuçlanacağını beklemiyordu.
Aslında seni mektup bombardımanına tutan başta oydu. Kendinden bahsediyordu. Kendini bu dünyada en iyi anlayacak insanın senin olduğunu söylüyordu. Arkasından bunu nerden anladığını açıklıyordu. Arkasından, sana kendini anlatması gerektiğini, vurguluyordu. Sonunda naçar, ona kapıyı açmak zorunda kalıyordun. Bir kafeteryada buluştuğunuzu saklamaya gerek yok. Bakışlarındaki hastalıklı ışıltıyı daha ilk görüşte fark ediyorsun. O, sana kendini anlatıyor, sen onu can kulağı ile dinliyorsun. Yoldaşın, bu dünyada anıtı dikilecek biri varsa, onun hayata kahramanca göğüs geren biri olması gerektiğini anlatıyordu ve o kişiyi tahmin etmeni istiyordu. Elbette anıtı dikilmesi gereken kişi ondan başkası olamazdı. üç saatlik yorucu bir görüşmeden sonra, kişiliğin ikiye ayrılmış, biri dünyanın bir ucunda, öteki bilmediğin, daha önce orada bulunduğunu hiç ayrımsamadığın yüreğinin bir kanadında kaldığını teslim ediyorsun. Bu şizofrenik hal başına gelince, başına geleni anlatmak, elbette bir cinayete yol açabilecek bir boyuta gelebilir.
Ya yeniden arkasından koşarak o yoldaşı bulman icap eder. Ya tutturduğun yola devam edersin. Bu ikincisi kolaydır. Oysa sen kolay olana talip olmadın, hiçbir zaman.. olmayacaksın da. Yoldaşını yakalarsın, yakasına sarılırsın. Kendini ona anlatmak istediğini haykırırsın. Fakat karşında seni hiç tanımayan birinin durmakta olduğunu görmek bütün beklentilerini paramparça eder.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.