Bakû düşünceleri
üçüncü kez Bakû'dayım. 2003 ve 2005'deki gelişlerime göre bu sevimli şehri daha fazla gelişmiş ve gelişmekte gördüm. Bakû ile Bağdad şehir isimleri arasında yanılmıyorsam bir ilişki var: Eski İran dilinde Bek (bugünkü Türkçe'de Beg, Bey) kelimesi Herr, Seigneur, Lord, Rabb gibi: Tanrı'yı, Rabb'i karşılıyor. Slav dillerinde bu kelime “Bog” oluyor. Bu şekliyle de “bog”un buğ (başbuğ) ile ilişkisi var. Yanılmıyorsam Bakû adının anlamı, “Tanrı'ya adanan şehir” olmalı, yoksa “rüzgârlı şehir” değil.
Bakû'ya bir “gönüllü kuruluş”un tertiplediği, “Gadîr-i Hum Bayramı” münasebetiyle, “İslâm Alemi'nin Batı'dan geri kalması sebepleri” konusundaki konuşma toplantısı için geldim. (28 Aralık). Bu toplantıdan sonra gördüğüm, bu kuruluşun “Deyerler” (Değerler) gazetesi ekinde, “Türkiye'den gelmiş gonaklardan=konuklardan: görkemli mütefekkir profesör Hüseyn Hatemi” olarak tanıtıldığımı okuyunca, bu evsahibi nezaket ve iltifatı dolayısıyla, “istiğfar” ettim. Bugün de inşaallah aynı kuruluşun tertiplediği bir başka toplantıya katılacağım. Kuruluşun başkanı, bu vesile ile tanıdığım, çok bilinçli ve inançlı bir aydın kişi olan İlkar İbrahimoğlu. Toplantının yapılacağı sıralarda da Azerbaycan müslümanlarını tedirgin eden: üniversitelerde başörtüsü yasağı teklifinin gündeme alınmasının reddedildiği sevinçli haberi geldi. Toplantıdan bir gün önce de acı bir haber, Bînazîr Butto'nun su-i kasde uğradığı haberi gelmişti. Aynı gazetede, bu konuda, İlkar İbrahimoğlu Bey'in şu görüş açıklaması yer alıyordu: Bhutto'nun ölümü ile Pakistan öz sehvlerinin=kendi hatalarının cezasını çekir=çekiyor. Radikal gruplar, iktıdara gelebilmek için, başlıca rakipleri olan Bhutto'yu bertaraf ettiler. Pakistan'da antidemokratik ve baskıcı bir rejimle insan haklarının ihlâl edilmesi, terör eylemlerinin baş göstermesine sebep oluyor. Bu terör eylemi; Pakistan'ın hatalarını tekrar eden ülkelere de ders olmalıdır. Bhutto ülkede yegâne “sivil” desteği olan siyasî lider idi ve bu terör eylemi radikal çevrelerin iktıdara gelmesini kolaylaştırmış oldu.
Gazetenin bir başlığı da “İslâm âlimleri hristiyanları Milâd Bayramı münasebetiyle tebrik ettiler” haberini veriyor.
Daha genç olmayı, Azerbaycan'ı daha iyi tanımayı çok isterdim. Sadece bu gazeteye göz gezdirmek bile, Azerbaycan toplumunu ve Azerbaycan müslümanlarının sorunlarını, hatta sadece “Azerî” dilini incelemenin ne kadar “zahmete değer” bir iş olacağını gösteriyor. Bir başlık da - bu seviyeli müslüman yayın organında şu şekilde: Kurban bayramında İslâmî kaidelere yine (de) riayet olunmadı. Haberde de şöyle deniyor: Kurban bayramı merasimi çok pinti şekilde (uygunsuz) keçirildi (geçirildi). Bu; mukaddes dinimizin buyurduğu an'anelere uygun değil! İslâm herşeyden evvel temizlik, abadlık (medeniyet), gözellik dînidir.
Daha aşağıda da “kardaş Türkiye” örnek gösteriliyor. Oysa “kardaş Türkiye”nin İslâmî yayın organlarında benzer bir “özeleştiri” yapılması bazı levm (kınama ve suçlamaları)leri göze almayı gerektiriyor. Bu arada, Azerbaycan'a hareket ettiğim gün yazısını okuduğum “Dost”a teşekkür ederim. Hiç değilse “sünnetsiz” olmaktan kurtulmanın huzuru içinde bir yolculuk yaptım. İnşaallah kısa zamanda “Huseyn'in Zibh-i Azîm olduğu” mübarek anahtarında da anlaşırız. Hafife alınan, kulak tıkanan, Ehl-i Beyt'i hakkıyla sevmek olumsuz bir nitelik imiş gibi, ileri süreni ithamlara maruz bırakan bu gerçeği Ikbal yirminci yüzyılın başlarında İslâm âlemi'ne açıklarken, herhalde öneminin farkında olunmaksızın, meselâ “penceresi cam cama/Selâm söyle amcama” beyti kadar dahî anlamı üzerinde düşünülmeksizin okunmuş olacak ki, aradan yüzyıl sonra ben “Zibh-i Azîm” gerçeğini açıklarken nice ithamlara ma'ruz kalıyorum. Pakistan toplumu da Ikbal'in yerini dolduracak bir “aydın”dan yoksun. “Kendi yanlışlarının yaptırımlarıyla, sonuçlarıyla karşılaşıyor”. Tekrar ediyorum ey Azîzan: “Zibh-i Azîm'in Huseyn olduğu gerçeği”, benim uydurduğum bir “bid'at yorumu” değil, “İbrahîmî Dinler Tarihi”nin, dolayısıyla: İnsanlık Tarihi'nin yorumlanmasını ve Vahyin hikmetinin anlaşılmasını sağlayacak, temel şifre anahtarıdır. Ben bir kez daha ödevimi yerine getirdim. Dileyen kulak verir, dilemeyen “İslâm âlemi”nin daha da “İslâm âlemi niçin geri kaldı?” noktasında kalışımızın ortak sorumluluğunu üstlenir. Aşk=Sevgi olmayınca meşakkat (meşk) de üstlenilemez ve topluma “güçlünün bencil hırsı, zulmü, çıkarı uğruna ötekini köleleştirmesi” hakim olur. Sonuçta da gerek köleliğe boyun eğenler, gerek köle sahipleri, kendilerini çağıran Mevlâlarını değil, bilinçli olarak aramış olmasalar bile, belâlarını bulurlar. Mevlânâ'nın sözünü de tekrar edelim: -Kîst Mevlâ? Ez gam âzâdet koned/Bend-i rıkkıyyet zi-pâyet ber kened (Mevlâ kimdir? Seni gamdan kurtarıp hürr kılan/Kölelik prangasını ayağından söken kimsedir!) Selâm!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.