Hem şiş yandı hem kebap
Ancak biz hâlâ geçen yılın fırtınası ile donuyor, sıcakları ile yanıyoruz.
Dershaneler ile başlayan Müslümanlar arası çekişmeye engel olmak için bu sütundan defalarca çağrı yaptım.
Ve dedim ki, gelin bu kör dövüşünden vazgeçin, bir orta yolda buluşalım.
Ülkede yeni bir ayrışma olmasın.
Yani, “Ne şiş yansın ne kebap”.
Ve eğer illa da birine “Düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet (düşmanlık) et (Uhuvvet risalesi)”.
Umut ettik ki, güneşin balçıkla sıvanamayacağını bildikleri halde, çamur at izi kalsın diyerek salvolarını esirgemeyenlerin vicdan aynalarında açtıkları derin yaralar, gafletten uyanmalarına yeter.
Ama yetmedi.
Çark her defasında tersine döndü.
Olayların ulaştığı boyut beni haklı çıkardı.
Şeytan işi olduğunu bildiğimden dolayı hiçbir zaman “ben demiştim” edası içerisinde olmam. Ancak durduğum nokta itibarı ile içimde köpüren minicik sevincin, Hz. İbrahim (as)’in ateşini söndürmeye giden karınca misali, safımın doğru olduğunu görmemden olduğunu belirtmek isterim.
Öte yandan, bu fitne ateşinin içimize atıldığından beri, her kese, her kesime geri dönüşsüz söz ve davranışlardan kaçınalım diye de yalvardım durdum.
Nihayet 27 Kasım tarihli yazımda çaresizce “Sayın Başbakanım, Sayın Gülen Hocam: Bu Size Son Çağrımdır” diyerek, tarafları sağduyulu davranmaya, zararın neresinden dönülürse, kâr olur türünden gücümün yettiğince, dilimin döndüğünce ihtiyatlı olmaya çağırdım.
Tam da çok şükür çağrımız muhataplarınca makes buldu, bozguncuların yaktığı fitne alevleri sönüyor, diye sevinirken daha büyük bir belaya duçar olduk.
Bu seferki musibetin uluslararası bir boyutu olduğu açıkça görülüyor.
Olayın teferruatını tartışmayacağım. Yeterince medyada yer aldı.
Ancak, köklerinin derinlerde olduğu muhakkak.
Sarsıntının şiddetine bakıldığında, artçı türünden bir sallantı olmadığı da anlaşılıyor.
İlk bakışta sanki bir “iç hesaplaşma” gibi görünse de, değil.
Sayın Başbakanın 2009 da çektiği “One minute”un birilerinin içinde büyütülmüş “gayri meşru çocuğu” olduğu çok belli.
Aklın yolu birdir. Gelin bir olalım. Birlik olalım. Düşmanlar çatlasın, milletimiz kazansın.
Ama olmadı, olamadı, oldurulmadı.
Geldiğimiz noktada iş düelloya dönüştü. Sonrada bu dış bağlantılı münafık ateşi her yeri yakıp kavurdu. Olaylar harakiri aşamasını çoktan geçti.
Köprüler atıldı, gemiler yakıldı. Hizmet yaralandı, hükümet yara aldı.
Netice de yine biz kaybettik, millet kaybetti, Türkiye kaybetti.
Yine o bildik şer ittifakları da ellerine kına yaktı.
Entrikalarının işe yaradığının verdiği derin bir gururla, “Bizim birbirimizi nasıl tükettiğimizi” izlediler.
Ve olaylar, kimsenin başından tahmin edemediği hüzünlü bir sona ulaştı.
Anlayacağınız değerli dostlar, 200 yıllık film yine tekrar etti.
Ne yazık ki “Hem şiş yandı hem kebap”.
Yiyebilene afiyet olsun!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.