Kibir Öldürür Tevazu Diriltir
Geçici gündemlerden kaçıyor, kalıcı gündemlere sığınmak ve orada biraz kafamı dinlemek istiyorum.
Nasıl mı?
Kur’an okuyarak. Adabına uyarak Kur’an okuyarak.
Bir okuyucum maksadımı anlamış ve çok güzel ifade etmiş. Bilseniz ne kadar sevindim. Ama buruk bir sevinç bu. Ülkemin içinden geçtiği tehlikeli badireyi gördükçe üzülüyorum, öfkeleniyorum, kahrediyorum, dönüp Kur’an-ı Kerîm’in engin rahmet ve sekinetine sığınıyorum.
“Milcan” rümuzlu okuyucum ruh halimi iyi yakalamış. Diyor ki: “Hocamın yazısını ben şöyle anlıyorum: "bu sıkıcı gündemi Kuran okuyarak aşmaya çalışalım. Kardeşliğimizi Kurana göre yeniden ayarlayalım. Ahirete imanı Kuran nazarından bir kere daha yaşayalım." Müslümanların iç kavgaları hakkında yeteri kadar yazdım daha fazla yazmak istemiyorum demişti. Sanırım bize bu belayı aşmanın yolu Kurandan geçer demek istiyor.”
Aynen öyle. Şu yaşanan çirkinliklerden önce “Yazık Oluyor” başlığı ile M. Fethullah Gülen Hocaya bir teklifimiz olmuştu; “lütfen bir siyasetçi gibi her gün demeç vermeyiniz. Güncel meseleleri siz yorumlamayınız. Dünya işinin ve siyasetin içine bu kadar girmeyiniz. Gerekirse alttan birilerini konuşturunuz. Yoksa size ve hizmetlerinize zarar gelir. Ülke bu kavgadan zarar görür.”
Ama olmadı, sözümüz duyulmadı ve sonunda cerahat “beddua” ile patladı. Ortalık berbat oldu. Şimdi kendisi sükut ediyor ve etrafını da sükünete çağırıyormuş. “Bade harabil Basra” demeyeceğim, bu da bir iyilik. Maazallah aksini düşünmek bile korkunç!
Bu konuda yalnız değilmişiz anlaşılan. Öyle ya, “akıl için yol bir” denmiştir. Bakınız şimdi yapılan bir açıklamada şunlar söyleniyor: “Dershane konusuyla başlayan tartışmaların büyümesi neticesinde, bazı duyarlı insanlar, mektuplar ve mesajlar gönderip muhterem Hocamızı ve sevenlerini sessizliğe davet ettiler. Problemin bir yangına dönüşmemesi için acil tedbirler alınması gerektiğini ve bunun ilk basamağını sağduyulu mesajların, hatta bir süre sükûtun teşkil ettiğini söylediler. Bu arada bizzat gelip görüşme talebinde bulunanlar da oldu.
Muhterem Hocamız, “Zahmet buyurmayınız; sulhün yanında duracağımızdan ve elimizden geldiğince herkesi sükûnete çağıracağımızdan emin olunuz!” manasına gelen cevaplar verdi. Gerçekten de o son sohbetinin akabinde hiç hasbihalde bulunmadı ve her fırsatta çevresine “Lütfen güncel olaylarla oyalanmayalım; imanda derinleşmeye ve hizmetlerimizi sürdürmeye bakalım!” dedi.”
Açıklamada şunlar da var: “Bu güzel niyetinin bir nişanesi olarak, buraya ziyarete gelen bir dost aracılığıyla sayın Başbakan’a iki imzalı kitap da gönderdi ve iyi dileklerini ifade etti.”
Ben şahsen o bedduanın arkasından şöyle bir açıklama bekledim: “Bu bedduanın yapılması da, yayınlanması da yanlış oldu. Biz aşırı üzüntünün verdiği bir cezbe halinde bunları gayr-i ihtiyari söyledik. Fakat keşke bu mahrem kalsaydı. Her neyse, ben üzdüğüm insanlar için özür diler ve bundan sonra mahkeme sona erip adaletin tahakkukuna kadar sabırla sükut ederim” deseydi, çok güzel olurdu. Ben bunu çok bekledim doğrusu.
Açıklamada şöyle devam ediyor: “Muhterem Hocaefendi’nin son iki haftadaki sükûneti ve aşağıdaki mektubun içeriği insafla okunursa görülecektir ki yakışıksız iddia ve ithamları kabul, buna bağlı bir özür ve hele bir “pazarlık” asla söz konusu değildir. Sürekli sözü edilen yangının büyümemesi, alevlerin bir an evvel söndürülmesi adına ortaya konan gayretlere aynı duyarlılık ve sorumlulukla mukabelede bulunma cehdi vardır ortada. Bunun dışındaki yorumların hakikati yansıtmadığı ve bir çarpıtmadan, hatta iftiradan ibaret olduğu aşikârdır.”
Bunlar güzel. Ama hala devlete akıl vermeler de var. Görevini yaparken yasalara uymayan devlet memurlarını koruma çabaları da var. İyi ama, barış ve huzur istenirken bunu dile getirmenin anlamı ne? Basına bilgi sızdıran, olmadı bizzat bildiri dağıtan, MİT’in görevlilerinin içinde bulunduğu ve kendi kurumlarının yasal hizmeti sayılan yardım tırını durdurarak ülkeyi dünyaya “teröristlere yardım yapılıyor” gibi gösteren, bu arada İHH’nın güzel adını pis işlere karıştıranlara ve daha başka haddini aşan insanlara karşı gösterilen bu ilgi neden? Bırakınız devlet işini yapsın yani!
Hem barış istiyorsunuz, hem de Başbakanı ve emrindeki yetkilileri suçluyorsunuz. Nasıl mı? İşte açıklamalar:
“Kanunların belirlediği vazifeleri yine kanunlar çerçevesinde yerine getiren memurînin sırf belli bir yere nispet edilerek engellenmesini ve hatta süreçle hiçbir ilgisi olmadığı halde yine aynı nispete dayandırılarak tasfiyelerin (daha doğrusu kıyımların) yapılmasını üzüntüyle izlediğini;
Devlet memurlarının üzerlerine gidip onları vazifelerini yapmaktan men etme ve masum vatan evladını sadece belli bir yere nispet ederek tasfiyeye/kıyıma tabi tutma konusunda kendisi ve sevenleri sussa bile maşeri vicdanın susmayacağını…”
Bunlar hükümeti açıktan itham değil midir? Hükümet işini dürüst yapan memurlarını neden cezalandırsın ki? Barış isterken bile itham etme, Allah aşkına bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
Hem bu beyanlar, hem de ellerindeki medya gücünü silah gibi kullanmalar artık bitmeli. Bir müddet sakinliğin verdiği imkanla karşılıklı öfkeler de bitmeli inşallah. Yoksa kör kuyularda merdivensiz kalabilir ve yanlış kararlar verebilir insanlar. Bu ortamdan Müslümanlar karlı çıkamaz.
Öyleyse bu sükunet ve aklı selimi Kur’an-ı Kerîm okuyarak bulmaya ve sorunlarımızı ilahi mesajlarla aşmaya çalışmalıyız. Aslında her sorunun hal yeridir Kur’an. Müslümanlar, aralarında meydana gelen ayrılıkları, anlaşmazlıkları onunla çözmelidirler. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir.
Burada şu soru gündeme gelir: Acaba Kur’an-ı Kerîm nasıl okumalıyız? Bunun usul ve âdâbı nelerdir?
Görelim, ama gelecek yazıda inşallah.