Paralel Devlet
Müslüman “uyanık” ve “basiretli” olmalı. Yarın kendisine karşı kullanılacak bir sözü bugün söylememeye, sonradan önüne çıkarılacak bir eylemi önceden yapmamaya özen göstermeli. İçinde bulunduğu halin getirdiği “duygusal ve geçici durumlar”a kapılıp da geleceğini ipotek altına alacak, kendini bağlayacak, önüne set çekecek, yapmak gerektiği halde yapması halinde zor durumda kalacağı bir halden, eylemden, sözden, işten, işleyişten, durumdan vs. kaçınmalı.
Müslüman, “Allah’a kulluk” vazifesinin gereği olarak, hayatı “Allah’ın hudutları”nın kapsamına çekmek, bunun için de “Allah’ın yasaları”nı hayata hakim kılmaya “çalışmak”la mükellef. Bunun için de bu “doğru/Şer’i amaç” için “doğru/Şer’i araç”ları kullanarak “doğru/Şer’i hamle”leri yapmak zorunda.
Bu yüzden müslümanın, “neyin/kimin yanı”nda durduğu da, “neyin/kimin karşısı”na geçtiği de çok önemli. Kiminle “ne tür iş” tutup “hangi ilişki”yi kurduğu, kiminle “ne adına” ve “kimin hesabına” ittifak ya da ihtilaf ettiği hayati önemi haiz. Ne adına ve ne gerekçeyle olursa olsun, “tuttuğu yol ve yordam”ın da, “kullandığı vasıtalar”ın da “meşru/Şer’i” olmasına önem vermeli. Çünkü müslüman için, “amaca ulaşmak için her aracı kullanmak meşru/mübah olmadığı gibi, meşru/mübah bir amaç gayrimeşru bir aracı meşru/mübah kılmaz.” İşte bu yüzden, dünkü yazının sonunu şu soruyla bağlamıştım: “Birilerine ‘taraftar’ ya da ‘karşıt’ olabilirsiniz. Ancak ‘müslümanlar olarak’, hangi delile binaen İslam’a aykırı, dinimize hayat hakkı tanımayan bir rejime taraftar olmaya başladık?”
İşte, bir kısım müslüman kardeşimizin şiddetle karşı çıkıp, “politik tarafgirlik” ya da “başka mülâhazalar”la eleştirdiği, gündemin gözde terimlerinden “Paralel Devlet” kavramı bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Öncelikle şunu ifade edeyim de birileri üzerime “etiket” yapıştırmaya, “niyet” okumaya, bana “taraf” belirlemeye, “biryerlere yamama”ya kalkışmasın.
Burada yazacaklarımın, “Ak Parti Hükümeti” veya “Gülen Cemaati” ile alâkası yok. Yazının konusu, bunlardan birine taraftar olmak ve diğerine karşı çıkmakla ilintili değil. Gerçi, “Cemaat-Parti kavgası” sürecinde “Parti tarafı”nın“Cemaat tarafı”nı suçlamak için kullandığı bir kavramı ele aldığımın farkındayım. Ama benim yaklaştığım cihet bunlardan birine taraftar, diğerine karşıtlık üzerine kurgulanmış değil.
Ben, bu vesileyle, “Paralel Devlet” kavramına dair “müslümanı bağlayacak menfi bir söylem”den sakınmak gerektiğini düşündüğüm için konuyu ele aldım. Yani meseleye “taraftarlık açısı”ndan değil, “stratejik açı”dan yaklaşıyorum.
Bugün “Paralel Devlet” tabiriyle kastedilen şu:
Bir grup/örgüt, kendi çıkarları ya da arzuları dorultusunda bir devlet düzeni kurmak için, halen hüküm süren devlet kurumlarına kendi kadrolarını yerleştirerek oraları ele geçirir ve işleyişi devlet mekanizmasının hiyerarşisini aşabildiği ölçüde, “bağlı olduğu yapı”dan gelen talimatlara ve çalışma takvimine göre yapmaya kalkışırsa, bu “Paralel Devlet” oluyor.
Şimdi bu noktada, yazıya devam etmeden önce, bu köşede yazdığım 04.12.2013 tarihli “Cemaat Demek, İslam Devleti’nin Rolmodeli Demektir” başlıklı yazıyı yeniden okumanız yerinde olacaktır. Zira aynı şeyleri tekrarlamaya yerimiz müsait değil. Mezkur yazıyı yeniden okuduğunuzu varsayıp o noktadan devam ediyor ve soruyorum:
Eğer “İslam Devleti”ne kavuşmayı gerçekten istiyorsak, içinde yaşadığımız devlet de “İslam’a hayat hakkı tanımayan bir devlet”se, bu durumda, “çalışmanın/mücadele”nin “ana kulvarlar”ından, “esas stratejiler”inden biri de “Paralel Devlet Örgütlenmesi” olmak zorunda değil mi?
Hani, bu yapılsın ya da yapılmasın, yapılıyor veya yapılmıyor, ayrı konu. Ancak, sırf “stratejik” anlamda, eğer böyle bir çalışma yapmak önemliyse, bunu kullanmak gerekmez mi?
Şimdi, diyelim ki bugün için çeşitli mülâhazalarla karşı çıktığımız bir grup/örgüt vs., kendi stratejisi açısından “paralel yapılar” kurmuşsa, müslümanın yapması gereken, zaten kendisi de böyle bir yapılanmayı gerçekleştirmek mi olmalı, yoksa muhalif olduğu grubu eleştirme adına, böyle “etkili ve önemli bir strateji”yi kullanamayacak şekilde kendini “bağlayıcı laflar” etmek, beyanlarda bulunmak mı olmalı?
Sahi, “ne ve nasıl” oldu da, hangi “Şer’i delil”e binaen, müslümanlar “Laik-Kemalist Devlet/Rejim”in “fiili taraftar”ı ve “yılmaz savunucu”su haline geldiler?
Gözleri bu kadar kör eden, durumu bu hale getiren gerekçe ne olabilir?
Ne dersiniz, azıcık sükût edip ufak bir muhasebe yapsak mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.