Muhsin Meriç

Muhsin Meriç

“Sen bir asker olduğun için...”

“Sen bir asker olduğun için...”

Memleketimizin her erkek evlâdı ömründe iki defa ‘er kişi’ olur. Birincisinin istisnaları vardır ama ikincisi kaçınılmazdır. Birincisinin zamanı az-çok bellidir ama ikincisi bazen birincisini iptal eder, nerde ne zaman olacağı belli olmaz. Birincisine kınalı, ikincisine kefenli gidilir. Birincisinden dönüş mümkündür; ikincisi ise hep gidiştir; dönüşü olmayan bir yola çıkıldığına işarettir...
Askerlikle içli dışlı bir hayat bu milletin her ferdinin kendini asker bilmesini netice vermiştir. Askerlik hâtıraları, benzetmeleri, hikâyeleri dilden dile, nesilden nesile dolaşır bizim memlekette. Askerlikte alınan unvanlar, kazanılan rütbeler ikinci ‘er kişi’lik vakti gelinceye kadar korunur. Kimi onbaşı, kimi çavuş, kimi paşadır. Vaktâ ki ikinci defa ‘er kişi’ olunur, tüm rütbeler bir bir düşer omuzdan... Askerlikle millet iç içe olduğu gibi askerlikle din de iç içedir aslında; bunları ayrı göstermek veya silahlı kuvvetlerin dinden uzak olduğu iddiasını dillendirmek ise en hafif tabirle cahilliktir.
ömrünü milletimizin manevî cihetten ıslahına vakfetmiş Bedîüzzaman Hazretleri de bir askerdi; milis kuvvetleri kumandanıydı. Birinci Cihan Harbi’ne Şark cephesinde medresesinde eğittiği talebeleriyle birlikte katıldı. Savaş sırasında, kimi zaman at sırtında kimi zaman siperde İşârâtul İ’câz isimli tefsirini yazdı. Esir düştü, idamla yargılandı, esâretten kurtuldu. Talebeleri çanakkale Savaşı’na katıldı. Askerlere moral takviyesinde bulunan talebelerinin talimiyle birliklerde Salâten Tüncinâ mehmetçiğin virdizebanı oldu.
Bedîüzzaman Hazretleri, eserlerinde zaman zaman mühim hakikatleri anlatırken asker temsilleri anlatır. Mühim eserlerinden Sözler’in hemen başında “Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle...” der ve çok önemli hakikatleri asker temsilleriyle akla yakınlaştırır. Bunun hikmetini şöyle ifade eder: “Ben Sözler'i yazarken ihtiyarsız olarak ekser temsilâtı, şuunat-ı askeriye nev'inde zuhur ediyordu. Ben hayret ediyordum. Neden böyle yazıyorum, sebebini bulamıyordum. Sonra hatırıma geldi ki, belki istikbalde şu Sözler'i hakkıyla anlayacak, kabul edip hırz-ı can edecek en mühim talebeleri askerîden yetişecek. Onun için böyle yazmaya mecbur oluyorum, düşünüp o kahraman askerleri bekliyordum.”
Bedîüzzaman’ın ümit ettiği gibi önemli bazı talebeleri askerlerden olur. Bunlardan birincisi, kendisiyle 1929’da tanışan Hulûsi Bey’dir. Ona hitâben şöyle der: “Mağrur olma, şükret; sen o askerlerden bahtiyar birisisin ki, evvel yetiştin. Yirmidört adet Sözler'i meşagil-i dünyeviye içinde yazmaklığın, benim bu hüsn-i zannımı teyid etti.”
Albay Hulusi Bey ise hâline şöyle şükreder: “Evet İslâmiyet gibi bir âlî tarîkatım, acz u fakrı Allah'a karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyid-ül Mürselîn gibi bir rehberim, Kur’ân-ı Azîmüşşan gibi bir mürşidim, bir dakikada mertebe-i velâyete erişmek gibi ulvî bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.”
Bedîüzzaman Hazretleri’nin bir diğer mühim asker talebesi ise Ahmed Husrev Efendi’dir. Birinci Cihan Harbi sırasında Tuzla’da talime katılmış, İstiklal Harbi’nde teğmen rütbesiyle bulunup esir düşmüş, bir buçuk sene esaret yaşamış, İkinci Cihan Harbi’nde ise üçüncü defa asker olup üsteğmen rütbesiyle ordudaki görevini tamamlamış; Bedîüzzaman’ın, hizmetlerinden dolayı “Bu vatanın kurtarıcısı” dediği hakiki bir vatansever, kahraman bir asker Husrev Efendi.
Husrev Efendi, sırf milletin iman selâmeti adına hizmet ettiği için Bedîüzzaman’la birlikte yargılandığı Denizli Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki 3 Şubat 1944 tarihli müdafaasında askerlik serencamını şöyle anlatır: “İki sene evvel üçüncü defa olarak orduya alındım. Bu kudsî vazifeyi ilâhî bir fariza bildiğimden hastalıklı halimle.. vatanın muhafazası ve bu milletin bekası için bir buçuk sene daha askerlik ederek üsteğmenliğe terfi ettirilip terhis edildim. (...) Memleketimde komşularımdan askerlikte iki tugay üç alay dört tabur dahilinde bölük kumandanlığı.. takım subaylığı, irtibat subaylığı, ve mutemedlik gibi muhtelif vazifelerin ifasında arkadaşlık ettiğim birçok subaylardan hiç birisi hakkımda menfi düşünceli olduğuma dair hiçbir ihbaratta bulunmamış. İttiham edildiğim maksadlara uygun ve beklenen hedeflere vasıl olacak ortada hiçbir şey yok. İşte bir buçuk senelik askerlik hayatım. yedi senelik Isparta'daki yaşayışım. ve el'an murakabeniz altında geçen hapishane hayatım... tertemiz.”
Son devre damgasını vuran Risâle-i Nur eserlerinde asker temsilatına çokça yer verilmesi ve önemli rükunlarının asker olması tesadüf olabilir mi? Risâle-i Nur’da ne tür asker misalleri vardır? Bu soruların cevaplarını da haftaya konuşalım inşâallah. ‘Er kişiler’ ve onları doğurup yetiştiren ‘hatun kişiler’ can kulağıyla dinlesinler lütfen!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Muhsin Meriç Arşivi