Olayları değil olguları konuşmak ve HSYK meselesi
Hani bir laf var ya: “Büyük insanlar fikirleri ve olguları, orta insanlar olayları, seviyesizler de şahısları konuşur.” Türkiye tam da böyle. Ya şahıslar konuşuluyor veya olaylar. Şahıslar da olaylar da bir olgunun sonucudur. Kimse olguyu konuşmuyor; varsa yoksa şahıslar ve olaylar...
Mesela şu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu meselesi. Herkes “Şunu şuradan alalım, buraya verelim” havasında. Kimse olayın bu mecraya sürüklenmesinin sebepleri üzerinde durmuyor.
Kamuoyu HSYK’dan birkaç senedir haberdar. Konu en fazla 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu esnasında konuşuldu ama bizim kuşak 1970’lerde bu konuyu biliyordu.
Bizim kuşak konuya ilk defa rahmetli Türkeş’in konuşmalarından muttali olmuştu. Daha sonra 1978 yılında yayınladığı 9 Işık adlı kitabında yazmıştı rahmetli.
Kitaptaki cümleler aynen şöyle: “Millî demokrasinin müesseselerini, bilhassa TRT’yi, Danıştay’ı, Yargıtay’ı, Üniversite’yi, Yüksek Hakimler Kurulu’nu, millî menfaat ve güvenliğimize uygun olarak değiştirip yeniden kuracağız. ... Böylece bu büyük milleti sınıflara ve menfaat gruplarına (Vurgulamalar benim. N. A.) bölen sınıf demokrasilerine bir son verip...” (s.260)
Dikkat ederseniz, yukarıdaki cümlelerde, olay ve şahıslara değil, olguya vurgu yapılıyor.
1960 ihtilalinin yeniden dizayn ettiği Türkiye’nin derdi, rahmetli Türkeş’in dikkat çektiği kurumlar olmuştur. Bu kurumlar o zaman tamamen “partizan cumhuriyetçi” olan “menfaat grupları”nın elinde idi. Rahmetli, bu kurumları, millî demokrasinin kuralları çerçevesinde objektif ve ele geçirilemeyen kurumlar haline getirmek istiyordu.
12 Eylül 2010 Anayasa referandumuna “kesmez ama evet” deyişimin sebeplerinden biri budur. (“Kesmez ama evet” cümlemi, birileri “Yetmez ama evet” hâline getirip kullandı ama helal ü hoş olsun.)
Referandum’da “evet” derken, 32 yıllık bir rüya gerçekleşiyordu yani. Ne ümitlerle desteklemiştik o değişikliği!...
Ama olmadı...
Değiştirilip “millî menfaatler” muvacehesinde hayata geçirileceğini zannettiğimiz HSYK, iddialar doğruysa, bir “menfaat grubu” tarafından ele geçirilmiş ve hükümet de buna göz yummuş. (Bu “menfaat grupları”, iktidarlar da olabilir.) Ele geçirilmeye mi yanarsın, göz yummaya mı?...
HSYK, meslekten atma dışında, hakim ve savcıların özlük haklarıyla ilgili bir kurumdur. (Meslekten atma konusunda Ferhat Sarıkaya örneğini unutmayalım.) Yani HSYK, adlî kararlar veren bir kurum değil, özlük haklarını düzenleyen bir kurumdur. Mahkemeler gibi karar veren bir kurum olmadığından, oluşması ve çalışması, mahkemelerin vereceği hükümle, yani “bağımsız ve tarafsız yargı” ile ilgili değildir. Bu yüzden, siyasî erk’in bu kurumu düzenlemesi, hesap sorulabilirlik açısından şarttır. HSYK’da yanlış atama yapandan, sandıkta hesap sorulabilmelidir. Bazı üyeler de halkın seçtiği cumhurbaşkanı tarafından atanabilir.
Tekrar ediyorum: HSYK, mahkemeler gibi karar vermez; adliye sisteminin özlük işleriyle uğraşan ayrıcalıklı memurlardan oluşan bir kuruldur ve bu kurum, hesabı atayanlardan rahatça sorulacak bir kurum hâline getirilmelidir.
Sadece HSYK’yı değil, rahmetli Türkeş’in dediği gibi, bu tür kurumları, “menfaat grupları”nın menfaatlerine göre değil de, bütün milletin menfaati ve güvenliği için tesis etmek lazımdır. Olgu budur. Şahısları ve olayları tartışarak vakit kaybetmeyelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.