Müslümanlar Kardeştir, Münafıklar Kalleştir
Yaratıcı tarafından aynı istikamette yaratılmasına rağmen, kendi idraklerinin bir sonucu olarak insanlar üç gruba ayrıldı: Yaratıcıya ve gönderdiklerine inanan müminler, hiçbir şeye inanmayan müşrikler ve her iki gruba da girmeyen münafıklar.
Adem (as)’ın yeryüzüne gönderildiğinden beri bozguncu münafıklar, Hakk’a inanların arasını her fırsatta açmaya çalışmışlar ve ne yazık ki -tıpkı son günlerde ülkemizde yaptıkları gibi- bunu çoğu kere de başarmışlardır.
Tarihin tozlu sayfalarında bunların örnekleri pek çoktur.
Oysa Allah (cc) “…Allah, bozguncuları sevmez (Maide 64)” buyurarak, bizi açık bir ifade ile bu tür hareketlere karşı uyanık ve tedbirli olma noktasında uyarmıştır.
Yine insanlığın Medar-ı İftiharı (sav) “Müslüman bir delikten iki kere ısırılmaz” diyerek, bu fesat şebekelerine karşı bizlerin uyanık olmamız gerektiğini açık bir şekilde vurgulamıştır.
Peki, o zaman bunca uyarı ve yaşanan acı tecrübeye rağmen bizler niçin aynı delikten defalarca ısırılıyoruz? Ve nasıl oluyor da bu şekilsiz bozguncular zümresi bizleri her defasında gafil avlıyor?
Bence üzerinde durulması gereken nokta budur.
İslamiyeti kabul ettiğimizden beri, Asr-ı Saadet dönemi dâhil Müslümanlara kin besleyerek bozgunculuk ateşini yakan Yahudiler, bu gün de aynı ateşi ayağa kalkmak isteyen bizlere karşı körüklüyorlar.
Şüphesiz bunlar bu tür oyunları her zaman sahneleyecektir.
Bunlara karşı tarihte olduğu gibi, bu gün de gereken cevabı vermek, tedbirli olmak, bunların tuzaklarına düşmemek şuurlu her Müslümanın en temel görevidir.
Ancak, daima aldanma riski ile karşı karşıya kaldığımız, suret-i haktan görünüp de kuyumuzu kazan ve saman altından su yürüten münafıklar güruhuna karşı durmak harici düşmanlar kadar kolay değildir.
Çünkü, Allah (cc), bu süprüntülerin özelliklerinden bahsederken, “Onlar kötülüğü emreder iyilikten alıkoyarlar (Tevbe 67)” buyuruyor.
Bu münafık zümresi, her yerde ve her durumda karşımıza çıkabilir. Çoğunlukla olduğu gibi, mertçe karşımıza çıkmayıp, yükseliş dönemlerinde aramızda dolaşıp, fırsat ellerine geçtiğinde kalleşçe arkadan vururlar.
Ne zaman bir diriliş vuku bulsa, anında orada biter, ektikleri nifak tohumları ile ortalığı birbirine katarlar.
Hile, yalan, tuzak ve alçaklık bunların temel özellikleridir.
İyilik ise bizleri aldatmak için kullandıkları en önemli silahtır.
Bu kaygan omurgasızlar izbe yerlerde dolaşır, bozgunculuktan ve pislikten beslenir, en samimi dostların arasını açtıklarında son derece mutlu olurlar.
Efendimiz (sav)’i Uhut’ta yalnız bırakanlar da, Medine’de müşriklerle mücadele ederken arkadan vuranlar da, istiklal harbinde fırsatını yakalayınca dedelerimizi Camilerde yakanlar da hep aynı münafık silsilesinin birer azgın türü idi.
Dün olduğu gibi bugün de, Alevi-Sünni, sağcı-solcu, Türk-Kürt ayrımını körükleyenler de yine aynı omurgasız münafıklardır.
2003’ten beri el ele, gönül gönüle çalışılarak oluşturulan kardeşlik ortamını ve demokrasi çabalarını baltalamak için akla hayale gelmedik tuzakları kuranlar da hep aynı güruhtur.
Şekil olarak insana benzemekten öte bir anlam ifade etmeyen bu yaratıklar, yakalanan yükselme trendini irtifa kaybına çevirmek için bir hükümette bir hizmete vurmakta, başardıklarında ise arkalarına yaslanıp kahvelerini yudumlamaktadırlar.
Bu noktada, milletimizin top yekûn teveccühüne mazhar olan Başbakanımıza da, yaptığı hizmetlerle dünyanın en ücra köşelerine kadar adımızı duyuran Hoca Efendi’ ye de düşen, her ortama kolayca uyum sağlayan, fırsatı bulunca da en can alıcı yerimizden ısıran bu yılanların kışkırtmalarını boşa çıkarmak olmalıdır.
Eğer Müslüman Türk milleti bu asırda şahlanacaksa, bu prangalardan ve tuzaklardan kurtulması şarttır. Bunun için herkese düşen görevler vardır.
Aksi halde, “Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden mesulsünüz” diyen Peygamberimiz (sav)’ın ümmeti olduğumuz nereden belli olacak?
Ve “Müminler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin (Hucurat 10)” diye emreden Allah (cc)’a kul olduğumuz nasıl anlaşılacak?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.