İran eleştirisinde Cemaat’le paralel düşmek
Cemaat medyası köşe yazarlarına baktığımızda istikrarlı bir şekilde İran’a karşı eleştirel tavır aldıklarını görürüz. Hatta buna sert tutum da diyebiliriz. Özellikle de Cemaatçi kimlikleriyle bilinenler; Ali Ünal, Kerim Balcı, Abdulhamit Bilici, Bülent Keneş gibi..
Benim de zaman zaman Şiilik üzerine yazılar kaleme almam, İran’ın kendi içindeki Sünnilere yönelik ayrımcı uygulamalarını, dış politikasını ve bahusus Suriye siyasetini sert eleştirmem kimi okurlarda Cemaat’in İran’a karşı duruşuyla paralellik gösterdiğim eleştirilerine maruz kalıyor.
Bendeniz bir meselede analiz yaparken kategorik düşünmem. Farklı tarafların ne dediğini ve niçin öyle dediğini anlamaya çalışırım. Onların analizlerini ciddiyetle okur, istifade de etmeye çalışırım. Lâkin kişisel çabalarım sonucu vardığım sonuçlara göre tavrımı belirlerim. Bunu yaparken de kiminle paralel düştüğüme, kiminle karşı karşıya geldiğime değil, hakkaniyetle ne kadar uyuşup uyuşmadığıma önem veririm.
Bir cemaatle veya karşı mahalleden bir yazarla bir meselede aynı düşünmek de yadırganacak bir şey olmasa gerek. Neticede aklın yolu birdir. Fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür insanların kanaatime göre sanıldığından daha fazla müşterek duruşları vardır.
Cemaat yazarlarıyla İran meselesinde aynı düşünmek beni rahatsız etmez. Etmesi gerektiğini düşünen okurları ise anlamakta zorlanıyorum doğrusu. Doğrular kişi ve gruplara göre değil prensiplere göre belirlenir çünkü.
Gönül isterdi ki diğer önemli meselelerde de Cemaat’le aynı düşünelim. Meselâ uluslararası sularda vatandaşlarımızı şehid eden İsrail eleştirisinde buluşalım. Kürt açılımını barış adına beraber destekleyelim. ABD’nin dünyanın dört bir köşesindeki yargısız infazlarına birlikte itiraz edelim...
Oysa ben İran’ı eleştirdiğimden çok İsrail’i eleştirmişimdir. Yazılarımda bu devleti hep “korsan siyonist devlet” diye tanımlamışımdır. Zamanında İsrail’e karşı savaşında Hizbullah’ı, Filistin davasına sahip çıkmasında da İran’ı desteklemişimdir.
Ama en çok Batı’yı eleştirmişimdir. ABD dış politikası bu köşenin en çok eleştirdiği, gayri insanı ve gayri ahlâkî bulduğu bir meseledir.
Batı’nın “ılımlı İslâm” gibi İslâm’ın genetik yapısını değiştirme anlamına gelen projelerinin ne kadar yıkıcı olduğunu okurlarıma anlatmaya çalışmışımdır. Avrupa Birliği hedefini kutsayanları anlamakta zorlanmışımdır.
Fransa’nın kara Afrika’da yaptıklarına, İngiltere’nin diplomatik münafıklığına, Ümmet aleyhine kurulan bütün tuzaklara tavır almışımdır.
Ben bunları hangi zaviyeden eleştirdiysem İran’ı da aynı zaviyeden eleştirdim. İran’ın ulus devlet çıkarlarını İslâmî prensiplerin önüne geçirmesini, uhuvvet yerine mezhep dayanışmasını, Ümmet yerine Mezhep birliğini öncelemesini eleştirdim. Vesayet dönemi Türkiye’sini de aynı zaviyeden eleştirip durmuştuk.
Çünkü Ümmet’in birliği bizim için diğer sahte siyasi birliklerden önce gelir. Mazlumun ve haklının yanında olma prensibi dinimizin bir öğretisidir. Gücü kutsamayız. Güç ahlaklı olabiliyorsa meşrudur. Ülkemizin ve bölgemizin bağımsızlığından yanayızdır. Irkçılığa karşıyız. İran’ı eleştirirken bunu Türk Fars zemininde asla ele almayız.
Ama İran dışındaki önemli meselelerimizin bir kısmında maalesef Cemaat’in medya organlarında yazan kalemlerin birçoğuyla ayrı düşüyoruz. Gönül isterdi ki asıl bu meselelerde buluşalım, ortak tavır alalım...
Meselâ bugün, Cemaat’in medya organları ülkeye tuzak kuran ve tuzak kuranlarla ittifak eden “Paralel Yapı”ya cansiperane sahip çıkıyor. Gönül isterdi ki küresel baronların Türkiye’ye karşı hamle üzerine hamle yaptıkları bu son dönemde beraber saf tutalım...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.