Adım adım “toplumsal entropi”ye doğru
Başlıktaki “entropi” kelimesi, aslında bir fizik terimi. Bu terim “enerji yoğaltılması, enerji istihlâkı, enerji azalması-kaybı” gibi anlamlara gelir ve daha çok termodinamik alanında kullanılır.
Terim her ne kadar fen bilimlerine ait ise de “sosyal entropi” şeklinde kullanılarak toplumsal olaylara uygulanması da mümkündür. Çünkü, toplumu oluşturan “şey”ler de nihayetinde, enerji yoğunlaşmasıyla bir araya gelir.... Bireyler, kurumlar, fikirler, gruplar, sosyal dinamikler... Bunların hepsini bir arada tutan bir enerji gücü vardır. Buna “ideal” de denebilir. Bütün birey ve toplumların tek ideali vardır: mutlu olmak mutluluğu kimisi aşkın değerlere adanmışlıkta bulur, kimisi zenginlikte, kimisi mahviyetkâlıkta...
İdeal birliktelikleri, toplumların dinamik enerjilerini hayata geçiren temel ivme gücüdür. Şayet bir toplum “ideal parçalanmaları ve ideal yoğaltılması”na düçar olursa, o toplum, yaşama enerjisini kaybeder.
İdeal birliği olan toplumlar, mutluluğu, dengeli gelir dağılımıyla, adaletli ve güvenli şartlarda yakalamaya gayret gösterirler. Bunları gerçekleştirmek için, görev dağılımı amacıyla örgütlenirler. Mutluluk için herkes üzerine düşen görevi, gelenek ve örfün belirlediği, kanunların tayin ettiği şekilde yerine getirir.
Şayet toplumların ideal çekirdeği parçalanırsa, o toplum enerjisini bonkör bir şekilde harcar. Bu gidiş, toplumsal enerjinin yoğaltılması sürecidir ki, bu sürece sürüklenen toplumlarda, önce ideal kaybı yaşanır; arkasından toplumsal ve bireysel güvensizlikler. Birey, bireye, birey kuruma, kurum bireye güvenemez olur. Yani bir tür “umut yitimi”dir bu.
Türkiye 2013 Haziranından beri, “umut yitimi” sürecine zorlanmaktadır.
Hedef “iktidar kurumu” gibi görünse de, asıl amaç “umut yitimi” sürecinin teknik uygulaması olan “toplumsal entropi” uygulamasıdır.
Önce iktidar kurumuna karşı gibi görünen ve muhalefet boşluğundan yararlanan Gezi Parkı olayları; arkasından da 17 Aralık ve 25 Aralık darbe teşebbüsleri.
Mesele iktidar-muhalefet kavgası değildir.
Türkiye 2013 Haziranından beri, bir “toplumsal entropi” yaşıyor. Adaletin sembolü olan yargı kurumu, “paralel yargı” ve buna müdahale eden iktidar tarafından yıpratılmak üzeredir. Aynı şekilde güvenliğin temeli olan emniyet kurumu da benzeri bir süreç yaşıyor. Son çıkan rüşvet olaylarıyla, gelir dağılımındaki adaletsizlik, telaffuz edilen büyük mikdarlar aracılığıyla vurgulanmaya çalışılmakla, indirici darbe vurulmak isteniyor.
Kurumlara güvenini kaybetmiş bir toplum, yaşama enerjisini kaybetmeye zorlanıyor demektir. Böyle bir toplum, sinirleri alınmış canlı gibidir ve düşünce kabiliyetini kaybederek pelteleşmeye yüz tutar. Pelteleşmiş bir toplum, her türlü müdahaleye karşı reflekslerini kaybetmiş demektir. 1071’in rövanşını almaya çalışanların amacı da budur.
Ey siyasetçiler, toplum enerjisini yitirirken, size olan güvenini de kaybediyor. Adalete de güvenlik güçlerine de güvenini kaybetmiş bir toplum, hiç birinizin işine yaramaz.
Sözüm hem iktidara, hem muhalefete, hem de medyayadır. El birliği ile toplumu pelteleştirdiğinizin farkında mısınız? Böyle bir toplumda “seçmen yorgunluğu-bıkkınlığı” ortaya çıkarsa, sandığa gidecek insan bulamazsınız.
İktidardan beklenen, önüne çıkarılan sun’î gündeme saplanıp kalmaması; Türkiye’ye ufuklar kazandıracak projelerle, topluma gerçekleşecek hayaller kurdurmaya devam etmesidir. Toplum, iktidardan bunu bekliyor; kısır çekişmelere meze olmayı değil. Çünkü 12 yıldır geldiğimiz çizgi, bir üst seviyede düşünme ve üretme becerisi kazandırdı bu topluma. Eski Türkiye’ye has çekişmeler, iktidarın ayaklarını dibe çekiyor.
Muhalefet mi?
“Saldım çayıra, Mevlam kayıra” politikası güttükleri için, onlara bir şey demeye gerek yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.