Kamyon Kasasındaki Tehlike
Bazı okuyucular, çok film seyrettiğim kanaatinde. Seyretmeden nasıl fikir sahibi olabilirim ki. Düşmanın silahı ile silahlanmak diye bir kural varken hem de.
Kamyon kasası meselesinde, bu fikrim daha da kesinlik kazandı. Malum sahneyi, Peygamberimizle ilgili hassasiyetimden dolayı merak bile etmedim. Bakmadım.
Bugüne kadar ki karikatür, hakaret gibi şeylerle de ilgilenmedim. Ateistler ve İslam’a mesafeli insanlarla da Efendimiz hakkında tartışmam. Acziyetimden değil. Mesela; çok evlilik meselesi. ”Din benim, Peygamber benim. Sana ne kaç kere evlendiyse.. Bir kere evlenmiş olsa iman mı edeceksin?” . İstiyorum ki öte tarafda şefaatini istemeye yüzüm olsun. Şüpheler veya manasız tartışmalara girerek buna halel getirmek istemiyorum.
Ancak, bir mecburiyet karşısında, Şefkat Tepe dizisindeki malum sahneyi seyretmek zorunda kaldım. Yukarıda yazdığım gibi seyretmeden, sahiden fikir sahibi olamayacağımı bir kez daha anladım. Şimdiye kadar, başkalarının fikir kadar fikrim varmış meğer.
Öncelikle size, bir yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Abdülhamid Güler’in “Pornografi hissi öldürür” başlıklı yazısı. Mahremi yansıtmak , ayrıntılı görsellik hisse vurulan bir darbedir. Bunu sadece cinsellik olarak algılamayın. Vahşetde de böyledir. Ayrıntı, görsel algı eşiğini yükseltir. Şöyle izah edeyim. Bir acıyı, ağrıyı tanıyan bünye, mukavemet geliştirir ve daha fazlasına dayanır. Yani, ağrı eşiği artar. Mahremde ayrıntıya girmek de böyle. Nefis daha fazlasını görmek ister. Eskilerin “Vuslat aşkı öldürür.” cümlesi ile demek istediği şey bu işte.
Kutsal olanı, kalbde ve zihinde muhafaza edileni somutlaştırmak, resmetmek de böyle bir şey.
İslami sanatlarda Peygamberimizi tasvir etmek yasaktır . Sadece Hilye-i Şerif’de tarif edilir. Rüyada görmek mümkündür ancak. Hz. İsa’nın resim ve heykellerine tapınılması, bu yasağın ne kadar doğru olduğunu ispat ediyor.
Gelelim görsel bir sanat olan sinemaya. Hepinizin bildiğine emin olduğum Çağrı filmini hatırlayın . Peygamberimizin hayatı, tamamen İslami kaynaklara dayanıyordu ve herhangi bir kurgu yapılmadı. Filmdeki varlığı, sadece hissettirildi. Zihnimizdeki kalbimizdeki hisse bir zarar vermedi.
Peki , canlandırma ile nasıl zarar verilir? Hz. Ömer ile izah edeyim. Bizim nesile, ” Hz. Ömer kime benziyor?” diye sorulsa “ Cüneyt Gökçer” gözünün önüne gelir. Aynı aktör, başka bir rol de oynayabilir. Onu da zihne kopyaladığınızda, çağrışımlar zihninizi alt üst eder. Bir misal daha vereyim. Şaban deyince mübarek bir ayı değil, Kemal Sunal’ı hatırlarsınız. Dolayısı ile Şaban, salaklığı çağrıştırır. Şaban isimli biriyle karşılaşınca gayr-i ihtiyari hafife alırsınız.
Netice olarak bir ışık huzmesi şeklinde bile olsa, bir filmde Peygamberimizi göstermek, bir koltuğa oturtmak görsel algı eşiğini yükseltir . Önce şaşırır, sonra alışırız ve bir gün bir canlandırma yapıldığında zihnimizdeki kalbimizdeki Peygamber sevgisi, inancı , o artistin yüzüne hapsolur gider. Allah muhafaza..
Ayrıca , Peygamberimiz hakkında günlük hayat ile ilgili bir kurgu yapmak, sadece rüyada görülebileceği esasını da zedeler. O’nun hayatı, sesi, yüzü, teşhirde, tasvirde ve kurguda sınır tanımayan sinemacıların eline malzeme olamaz. Olmamalı. Buna müsaade etmeyelim.
Yarın, o sahnenin subliminal bir tahlilini yapmak niyetindeyim. Tehlike bildiğiniz gibi değil.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.