Burada size ekmek yok, başka kapıya
Hz. Osman (ra)’nın hunharca şehid edilmesi ile başlayan yönetime müdahaleler, bir türlü dinmek bilmedi. Hz. Ali (ra) ve oğlu Hz. Hüseyin (ra) Efendilerimiz de aynı kanlı ellerin kirli emellerinin birer seçkin şehidi oldular.
O günden bugüne İslam coğrafyasında kanlı eller hep var oldu.
Emevî Halifelerinden bazıları da tahta iken katledildiler.
Bunların içinde en acıtanı şüphesiz Ömer bin Abdülaziz’in zehirlenmesi idi. Ceddi Hz. Ömer (ra)’e benzer özellikleri olan bu yıldız halife de zamanının kanlı elleri tarafından bir kölesine zehirletilerek şehid edildi.
Selçuklularla devam eden kanlı eller operasyonu, Genç Osman’ın katli ile Osmanlılarda ilk kez aynı zamanda bir halife olan sultana kadar uzandı.
Genç Türkiye Cumhuriyeti ise kuruluşunun üzerinden henüz yarım asır bile geçmeden kanlı eller ile tanıştı.
İktidarı Milli (!) şeften söke söke alan halk, o zaman için tek alternatifi olan Merhum Menderes liderliğinde ve çoğunluğu da iktidar partisinden devşirme olan Demokrat Parti’ye teslim etti.
Bu partinin ilk icraatı halktan zorla alınan “Ezani Muhammedi”yi tekrar halka vermek oldu.
Bu ilk icraat o gün bugündür birilerine hep batar oldu. Demokrat Parti, halka hakkını teslim eden daha bir yığın icraat yaptı. Ne yazık ki, halk düşmanları bunu hazm edemedi.
Her atılan olumlu adımda sırtlarındaki yağır biraz daha derinleşti. Ektikleri nefret tohumları da içten içe yeşermeye başladı.
Nihayet, iktidarının onuncu yılında, ekilen fitne tohumları semeresini verdi. Ve halka hizmet için “yeter söz milletin” diyerek yola çıkan Merhum Başbakan Menderes ve ekibi 1960 utanç darbesi ile bilinen korkunç sonu yaşadı.
On iki Mart’ta bir kez daha türediler. Bu defa kuyruklar iş başında idi ve milletin seçtiği meşru hükümetin yerine bir kukla hükümeti kurarak milletin görüşünü bir kez daha rafa kaldırdılar.
Millet düşmanı iç ve dış odakların işbirliği ile kurgulanan mizansen, 1980’e kadar sahnelenerek, millet sağ-sol diye suni kamplara bölündü ve milletin başına balyoz 12 Eylül’de bir kez daha indi.
Halkın iradesi yine askıya alındı.
Ancak “bir türlü ıslah olmayan halk” bir kere daha şamarı darbecilerin suratına Rahmetli Turgut ÖZAL’ı iktidara taşıyarak vurdu.
Bir süre sersemlenen malum odaklar, on yıl sonra akılları başlarına geldiğinde Merhum Cumhurbaşkanı ÖZAL’ın peşine düştüler ve çok muhtemeldir ki zehirleyerek onu da görevi başında şehit ettiler.
ÖZAL’ın yerine sözlerini dinletecekleri birini bulmuşlardı. Ama halk iktidara Merhum ERBAKAN’ı taşıyarak bu uslanmaz demokrasi düşmanlarına bir Osmanlı tokadı daha aşk eyledi.
Bunun üzerine kuduran din ve millet düşmanları, topyekûn taarruza geçti ve 28 Şubat 1997’de halkın iradesine bir tekme daha attı.
Şantaj ve tehdit ile korkuttukları bir grup “uşak ruhluyu” partilerinden istifa ettirerek, hükümeti “sözlerinden çıkmayacak birine” teslim ettiler.
Ardından da yaptırdıkları düzenlemelerle “1000 yıl” sürecek bir tahakküm dönemi oluşturduklarını sanarak, iyiden iyiye şımardılar.
Halk ise korku ve endişeli dönemi kısa sürede atlattı. Aynı zamanda menfaat için halktan görünen ikiyüzlülerden de arınmış olarak tekrar Hak Davası için çalışmaya başladı.
Çalışmalar kısa sürede meyvesini verdi ve 2002 yılında yapılan “Demokrasi Sınavı”nı halk ezici bir çoğunlukla kazandı.
Demokrasi ve millet düşmanlarının sayısız denemelerine rağmen, halk ve halkın seçtikleri bu defa dik durdu. Halk da, sandık her önüne geldiğinde iç ve dış düşmanlara gereken cevabı verdi.
Su tekrar mecrasını bulmuş. 1000 yıl sürmesi planlanan tahakküm dönemi 10 yıl bile süremeden bütün müştemilatı ile birlikte çöpe atılmıştı.
Bunu sindiremeyen Allah (cc) diyenlerin kadim düşmanları yeniden şu ya da bu oluşum maskesi ile bir iktidar kavgası başlatarak, tekrar kaosu geri getirme gayretine girdiler.
Bunu da kısmen başardılar.
Ülkede, son 50 gün içerisinde, gecelik faiz % 60 arttı. Dövizde ise % 30’lara varan artışlar yaşandı. Böylece halk % 30 daha fakirleşti. Büyük patronlar ise aynı oranda zenginleşti.
Müslüman hislerini aklının önüne geçirmeden önce ölçer biçer, sonuçta bu kavganın kim ya da kimlere yaradığını anlar, ona göre davranır.
“Mü’min aynı delikten iki kez ısırılmaz” diyen Zat (sav)’ın ümmeti olma iddiasında isek, aynı delikten defalarca ısırılmayı hangi gerekçe ile izah edeceğiz? Yok eğer ısırılmayacaksak, ona uygun bir tavır içinde olması gerekmez mi?
Ey Ümmeti-i Muhammed (sav)’in tarihi ve kadim düşmanları!
Eğer amacınız ortalığı karıştırarak, Âlem-i İslam’ın bin yıl bayraktarlığını yapmış, 21. Asırda da buna ciddi namzet olan Türk Milletinin yükselişini durdurmak ve buna bel bağlayan mazlum milletlerin ümidini kırmak ise, size söyleyeceğim tek şey: Burada size ekmek yok! Başka kapıya. Çünkü bundan böyle geleceğine milletin kendi karar verecek! Siz değil.
Bilmem anlatabildim mi?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.