İnternet çocukları ve sabit doğrularımız
Çocuk 6-7 yaşlarına kadar ebeveyninden duyduğu ve gördüğü her şeyi hakikat bilir. Bu bir bakıma da insanın fıtratında yalana yer olmadığının bir göstergesidir. Çocuk yalana ve yanlışa sonradan alışır, alıştırılır. Eğer hiç yalan duymamış olsa yalanı asla tanımaz ve duyacağı her şeyi hakikat sanır.
Bir arkadaşımızın evindeyiz. 8-13 yaş arası dört beş kadar da çocuk toplandı. Biz kendi aramızda konuşurken onlar da bir sehpanın üzerine koydukları dizüstü bilgisayarla bir oyun izlemeye başladılar. Yarım daire şeklinde oturmuşlar, hepsinin başları biraz eğik, hepsi aynı şeyi izliyor. Hiç biri öbürüne ne bakıyor, ne de bir şey söylüyor.
Onlara hissettirmeden arkadaşlara işte bu, bireyselliğin çocuklara kadar indiğinin resmidir dedim ve telefonumla manzarayı sabitledim.
Daha küçük bir çocuk ise bir tabletle oynuyor, bir o düğmeye bir bu düğmeye rast gele basıp çıkan görüntülerle meçhule doğru karıştırmaya devam ediyor. Çocuklar bile birbirleriyle ilgilenemiyor, başka dünyalara kaçmaya çalışıyorlar. Kafalarını abur cubur bilgilerle dolduruyorlar. Orada doğru bildikleri hiçbir şey kalmıyor.
Bu durum ayrıca şunları aklıma getirdi:
Biz Müslümanlar olarak -hamdolsun ki- bazı sabit doğrulara sahibiz. Bu doğrular Hz. Âdem’den beri gelen ve asla yanlışlanmamış doğrulardır. Modern Batı biliminin ise sabit doğruları yoktur. Her bilim adamı hatta her birey doğruya ya da hakikate ulaşmak için bir bakıma sıfırdan başlar. Kendisine kadar söylenen her şeyin yanlış olabileceği varsayımıyla hareket eder. Elbette bilim için kuşkunun da bir faydası vardır, eğer olmasaydı Allah kuşku diye bir duygu yaratmazdı, ama bilimin ötesindeki dünya için sabit doğruların olmaması insanı huzursuzluğa iter, hiçleştirir, yalnız bırakır ve bireyselleştirir, insanın insana ve geleceğine güvenini kırar. Bilimi de gayesizleştirir, vahşi, ceberut ve öldürücü kılar.
Çocuk eğitimiyle ilgili olarak çok önemli olduğunu gözlemlediğim bir husus vardır: Çocuk 6-7 yaşlarına kadar ebeveyninden duyduğu ve gördüğü her şeyi hakikat bilir. Bu bir bakıma da insanın fıtratında yalana yer olmadığının bir göstergesidir. Çocuk yalana ve yanlışa sonradan alışır, alıştırılır. Eğer hiç yalan duymamış olsa yalanı asla tanımaz ve duyacağı her şeyi hakikat sanır. Allah’ın ikazına rağmen Âdem’in şeytana aldanmış olması bundandır.
İnsan beyni tıpkı bilgisayar gibidir. Belli bir kapasitesi vardır ve oraya giren her bilgi diğerlerini etkiler. Rastgele ve ne olduğu belli olmayan bilgiler çocuğun kafasını yorar, hatta tıkar. Bir yönden doğru bilgilere yer kalmazken, diğer yönden kafa karışır. Bir yığın faydasız bilgiyle yanlış formatlanan kafa artık hakikati tanımaz, yabancı görür ve sorgular. Çocuğun güveni törpülenir, aşınır. Artık hakikate ulaşması zorlaşır.
Bu sebeple çocuklarının Müslüman kalmasını isteyen anne babalar, özellikle yedi yaşına kadar yavrularının kafasındaki ilahi formatın bozulmamasına azami dikkat göstermelidirler. Bu doğal formata fıtratullah / Allah’ın yaratması, şekillendirmesi diyoruz. Onun için temel din eğitimi, Allah düşüncesi, peygamber bilgisi ve sevgisi, melekler, cennet, cehennem ve benzeri şeyler hep küçük yaşlarda çocuğa evde annesi babası tarafından ve münasip üsluplarla öğretilmelidir. Bu yaşlarda çocuğun muhakemesinin ve aksi bilgisinin bulunmadığını da hesaba katarak çocuk için tartışma ve ikna üslubuna gerek yoktur, salt bilgilendirme ile anlatma yeterlidir. Çünkü bu yaşlardaki çocuk annesinin babasının söylediklerini hiç direnç göstermeden kabul eder. Bu yüzdendir ki, çocuk temel dini bilgilerini okuldan ve öğretmenden önce ebeveyninden almalıdır. Bu da elbette anne babanın yeterince bilgili olmasını gerektirir.
Cizvit tarikatının sloganı meşhurdur: «Çocuğunu yedi yaşına kadar bana ver, ben sana bir adam vereyim». Ya da “çocuğunu yedi yaşına kadar bize ver, sonra senin olsun”.
Çocuklarını İmam Hatip okullarına ve Kur’an Kurslarına verenlerin dahi içine düştükleri azim hata buradadır. Ailenin fonksiyonunu kurumlara bırakmakla sadece çocuklarının din anlayışını değil, ailelerini de zayıflatmaktadırlar.
Çocukların ibadet eğitimine gelince, bunun en etkili yolu; anne babanın beraberce namaz kılıp ellerini huşu ile Allah’a açmaları, çocuğun da bu manzarayı zaman zaman derinden ve aklından önce ruhuyla izlemesidir.
Yalnız iyilik yapmak yetmez: İyiliği de zarafetle yapmak lâzımdır
En yakın arkadaşınla bile şakalaşırken zarif ol. Kaba şakadan hayvan bile hoşlanmaz.
lÇevrendeki insanların fikirde, amelde ve davranışta, dışarıdan gözüken hatalarının altını çiz ve sahibini ikaz et, fakat insanî ilişkilerde gönül âlemini gözetmek esas olduğundan bunu zarafetle yap. Çünkü tenkide tahammül gösterebilen insan sayısı çok azdır. “Sizin dediğiniz gibi de olur ama, bir de şöyle deneseniz…” Veya “Ben bunu filanın şöyle yaptığını gördüm, sizinki daha değişik…” gibi dengeli, ölçülü, nazik ifadeler kullanmaya çalış. Önemli olan hatayı ilân etmek değil, sahibine hissettirmektir.
lGüngörmüş vaizin biri, bir bayram vaazında cemaati namaza teşvik etmek için onları kırmadan, tenkit etmeden, şunu anlatır; “Efendim, geçen sene bayram namazından sonra, camide bir ceketin unutulduğunu fark ettik. ‘Herhalde, vakit namazına gelir, ceketini alır’ diye düşündük. Vakit namazına gelmeyince, ‘herhalde Cuma namazına gelir’ diye bekledik. Aradan aylar geçtiği halde ceketi soran olmayınca, zâyi olmasın diye muhtaç birisine verdik. Ancak, diğer bayram namazında sahibi yanımıza geldi ve ‘ben geçen bayram namazında ceketimi burada unutmuştum. Sizdeyse almaya geldim’ dedi. Biz de durumu kendisine anlattık, geç kaldığını söyledik. Siz de şayet ceketinizi camide unutursanız, sakın diğer bayrama kadar beklemeyin, hemen gelin, ceketinizi alın.
lUnutma! Yalnız iyilik yapmak yetmez, iyiliği de zarafetle yapmak lâzımdır. İhtiyaç sahibi insanların minnet altında kalmadan ihtiyacını gidermesi için Osmanlı insanının, cami mimarisinin bir parçası olarak inşa ettirdiği sadaka taşları gibi…
PEYGAMBERİMİZİN HAYATINDAN
İslâmî kimlik oluşturan bir Peygamber
Peygamberimizin Mekke’deki saç modeli (Mekke’de saçlarını yanlara salmışlar) Mekke müşriklerinin saç modelinden farklı, Medine’deki modeli ise (Medine’de saçlarını ikiye ayırmışlar) orada hâkim kültürün temsilcileri olan Yahudilerin saç modelinden farklıydı saçları. Buna, Yahudi çocukları alabros traş oldukları için Müslüman çocuklarını bundan sakındırmasını, Yahudi erkeklerinin tersine bıyığın kısaltıp sakalın uzatılmasını tavsiye etmesini de ekleyebiliriz. Burada ne saçları yanlara salmak, ne de ortadan ikiye ayırmak elbetteki “fiili sünnet” değildir. Peygamberimizin bunu yaparken amacı neydi? Bu sorunun cevabını aramaya koyulduğumuzda, olay kendiliğinden aydınlanmaktadır. Peygamberimiz, Müslümanların gayrı Müslimlerle birlikte yaşadıkları bir toplumda bir “kimlik bilinci” geliştirmek istemekte, kendi değerlerine güveni olan her toplumda olduğu gibi, yeni oluşturduğu Müslüman toplumun üyelerinin birbirini tanıyacağı “kültür kodları” tesbit etmektedir.
Biz Kur’an’ın modern muhatapları olarak Peygamberimizin bu uygulamalarından, Müslüman toplumun “taklitçi” bir toplum olmaması gerektiği sonucunu çıkarırız. Hakim unsuru Müslümanlar olan fakat güvenilmez unsurların da bulunduğu bir ortamda İslam cemaatini oluşturan bireylerin birbirlerini uzaktan görünce tanıyacakları birtakım alametlerin gerekliliği sonucunu çıkarırız.
Yolumuzdaki Engeller
Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı? Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler; sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Hatta pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi: Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yollardaki engelleri kaldırmıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı.
Kan ter içinde kaldı; ama sonunda kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı… Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde… “Bu altınlar, kayayı yoldan çeken kişiye aittir” diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. Her engel, hayat şartlarımızı daha iyileştirecek bir fırsattır.
Fakirlikten, miskinlikten Sana sığınırız Ey Rabbimiz! Bütün günahlarımızın küçüğünü-büyüğünü, evvelini-âhirini, açığını-gizlisini bağışla. Bize merhamet et, kırığımızı-döküğümüzü sar ve bizi yücelt.
Ey Rabbimiz! Kusurlarımızı affet, bizi kendine kul kabul et, emanetini kabzetme anına kadar bizi emanetinde emin kıl. Bizleri cennet ve Cemalinle şereflendir.
Ey Rabbimiz! Biz Muhammed ümmetinin dağınıklığını gider, bize birlik ve dirlik ver. Kalplerimizi birbirine ısındır bizleri birbirimize sevdir, bizden bütün şerleri ve zararları uzaklaştır.
Ey Rabbimiz! Bizi idare edenlere hidayet eyle, vatanımız ve milletimiz için yapmak istedikleri hizmetlerde yardım et.
Ey Rabbimiz! Ömrümüzün en hayırlı anını son anımız, amelemizin en hayırlısını son amelimiz ve günlerimizin en hayırlısını ise Sana kavuştuğumuz gün kıl.
Ey Rabbimiz! Tembellikten, fakirlikten, zilletten, miskinlikten, borçtan, ihtiyarlayıp elden-ayaktan düşmekten, günahtan, zenginliğin şerrinden, hayatın ve ölümün fitnesinden, kabir azabından, ateşin fitnesinden, Sana sığınırız.
VAHYİN DİLİNDEN
“İyilik ve takva hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık yolunda yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın cezası çetindir.” (5 Mâide 2)
ALLAH RASULÜNDEN
Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: “Zandan kesinlikle kaçınınız. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Haber koklamayın, tecessüs etmeyin, rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. (Buhari)
GÜNÜN SÖZÜ
“Elden gittikten sonra geri döndürülmesi imkânsız olan şeyler dörttür: ansızın ağızdan çıkan bir söz; yaydan fırlayan bir ok; olmuş bir kaza; boşuna harcadığın bir ömür.”
Feridüddin Attar
ÖLÜM
Ölüm saatini Allah, ecelde kuruvermiş,
Bir gün göreceğiz ki, can saati duruvermiş.
Azrail, kutlu şölenin davetçi sesi,
Çağırır düğüne birer birer herkesi.
Köhne ruhlarda olursa nisyan, ölüm, kapkara,
Ölmeden ölürse insan, hicrettir sonsuz diyara.
Uçunca mâveraya bir gün can kuşum,
Mezarda son bulacak bedenî koşum.
Bir vuslat gecesidir kutlu yolculara ölüm,
Korkunç bir akıbet olmasın bize gülüm!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.