Allah, hepimize “Akıl ve Erdem” versin!
Kimi olan-bitene yüzyılın buhranı diyor, kimi tarihimizin en büyük felâketi… Yaşanan hercümerç öyle benzersiz travmalara ve korkunç savrulmalara sebep oluyor ki henüz hasar tespitinde yekûnu alabilmiş değiliz. Kelimenin tam manasıyla yakıcı bir ‘mefkûre zehirlenmesi’ne maruz kalıyoruz. Zehri yıllardır yalanla boca edip bünyeye verenlerin teşhir edilmeleri, ifşa olmaları ve kadere olan imanımız tek tesellimiz. Hiç değilse içimizde beyinsizler kadar, aynı delikten bir daha sokulmayacak kadar basiret ve feraseti kuvvetli olanlarımız var…
Basiret ve feraset pazarda satılmıyor, üniversitelerde ders olarak da okutulmuyor… Pozitivist-darwinist eğitim çarkında ezilmekten kurtulanlar, etno-seküler milliyetçilikten azâde olanlar; aslıyla, asrıyla, nesliyle ve nefsiyle irtibatında müstakim olanlara bahşedilen bir nimet, basiret ve feraset. Cemiyetin basiret gözü görmez olursa, feraseti zayıflarsa kanını içen, can damarını koparan en büyük hasmını dost zanneder çünkü.
KÜRESEL KUŞATMANIN HEDEFLERİ
Geçen yüzyılın ikinci çeyreği İslam Dünyası için tarihin en karanlıklı dönemi idi. Müslüman toplumlar parça parça ve bir bütün olarak tüm direniş noktalarını kaybetmişlerdi. Balkan Savaşları, Trablusgarp Direnişi, Hindistan Hilafet Hareketi, Abdülhamit Han’ın İslam Birliği Siyaseti, Birinci Dünya Harbi ve İstiklal Harbi ile İslam Dünyası son direniş hamlelerini yaptı o dönemde. Ardından İslam’a dayalı bütün kavram ve kurumlar ya kapatıldı yahut yasaklandı ‘bizim’ dünyada. Ortada sadece üç bağımsız devlet kalmıştı: Türkiye, İran ve Afganistan. Bunların da son ikisi yarı sömürge hâldeydi zaten, Türkiye ise seküler bir ulus-devlet tüneline çoktan girmiş, köklerle ve göklerle irtibatları koparmak için de bir dizi devrim gerçekleştirmişti bile…
İşte böyle bir ortamda, 1927’de, Üstad Bediüzzaman Said Nursi, 50 yaşındayken sürgün olarak geldiği Isparta’da Risale-i Nur hareketini başlattı.
İşte böyle bir ortamda, 1928’de, Hasan El-Benna, 22 yaşındayken, İsmailiye’de İhvanu’l-Müslimîn Hareketi’ni başlattı.
İşte böyle bir ortamda Mevdûdi, 1941’de, Lahor’da Cemaat-i İslami Hareketi’ni başlattı.
Bugün Mısır, Türkiye ve Pakistan-Bangladeş Müslümanlarının küresel operasyonların hedefinde olması tesadüf müdür?
Mursi’yi “Mısır’ın Tayyibi” diye devirmeleri, Abdülkadir Molla’yı ve Cemaat-i İslami üyelerini Başbakan Erdoğan’ın defalarca aramasına rağmen idam edip ceza vermeleri tesadüf müdür?
Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca sürgünden sürgüne gönderilen, suikastlere maruz kalan, kitapları yasaklanan, talebeleri hepse atılan Üstad Bediüzzaman Hazretleri ile sözümona irtibatlı gibi görünen bir hareket eliyle normalleşen Türkiye’nin ve mazlumların sesi olan Erdoğan’ın ayağına pranga vurulmak istenmesi tesadüf müdür?
Tarih okumak yetmiyor; doğru tarih okumak ve tarihi doğru okumak da gerekiyor. Yoksa bugünkü birçok hadiseyi, hareketi ve şahsiyeti yanlış yorumlamak, zalimden yana, mazlumun karşısında tavır almak çok kolay. Yalan üzerine bina edilen algı çalışmalarının kurbanı olmak ise işten bile değil…
AKIL VE ERDEM OKUMALARI
Bu kadar keşmekeş içinde güzel gelişmeler de oluyor. Sancılı da olsa ağır ve yorucu bir fikrî ameliyat geçirdiğimiz muhakkak. İşte bu esnada Divan Derneği ve Yeni Dünya Vakfı, İbrahim Kalın’ın kaleme aldığı Akıl ve Erdem kitabı (Küre Yayınları) çerçevesinde, birlikte bir okuma ve müzakere programını başlatıyorlar. 5 hafta sürecek çalışmaya katılmanızı tavsiye ederim; tabii kitabı alıp okuyarak… (Bilgi için: www.divanakademi.org)
Biz şimdi, Çinliler gibi “Tuhaf zamanlarda yaşayasın!” diye beddua edecek değiliz, zaten yeterince tuhaf bir zamanda yaşıyoruz. Ancak, “Allah hepimize akıl ve erdem versin!” diye dua edebiliriz bugün. İhtiyacımız olan bu çünkü…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.