Benim Yaylalarım
Nevruz vakti gelince içimdeki dağ yayla hasreti depreşir.Tipik bir yayla çocuğuyum, ondan herhalde. Köyümüzün yaylası Kızıldağ'ın eteğinde. Suyuna Kızılgöze diyorlar. Kızılırmak'ın doğduğu yer. Uslu durmayana bizim oralarda "Göze gibi kaynama" derler. O kadar dilime dolamışım ki evimizin yaramazına kızdığım zaman, "Anladım. Göze gibi kaynamayayım" diye lafı yapıştırıyor. Bir bilse göze kelimesinin beni nerelere götürdüğünü, niye dilimden düşürmediğimi.
Türk'ü, yaylasızlık öldürürmüş. Şehirde bunaldığımda , zamanın hızını azaltmak istediğimde kendimi dağlara, yaylalara atarım. Hiç olmadı Çamlıdere'ye… Geçenlerde "Ağrı Dağı'nı görmek istiyorum." deyiverdim. Demek ki hasretim tavan yapmış. Bugüne kadar en fazla 2300 metreye çıkabildim. Karadeniz'de, elektriğin olmadığı bir yaylaydı.
Öyle güzel, öyle tesirli hikâyeler var ki dağlarda ve yaylalarda.
Giresun dağlarına çıkarken, bahar gelince çayını ve çadırını alarak kendini yaylalara vuran bir adamın hikâyesini dinledim. Bozuk yollara taş döşüyormuş. Koca koca taşlarla çamurları kapatıyormuş. Öylesin… Allah rızası için. Bir Müslümanın ayağına takılmasın diye taşı kenara iten adamın neslinden besbelli.
Uludağ'da, Kirazlıyayla'da odun ateşinde demlenen çayın tadını hiçbir yerde bulamadım.
Bir de Kütahya'da Murat Dağı aklımdan çıkmıyor. Gözlerimi kapatarak dinlediğim çamlar arasında dolaşan rüzgarın uğultusu hep kulaklarımda ve emekli hemşire hanımın sözleri. " Çok hastaydım. Felçliydim. Murat Baba'ya gelince şifa buldum." Anadolu'da her dağın bir sahibi var. Murat Dağı'nın da Murat Baba.
Yazdıkça "Bir de"lerin sonu yok. Bir de Güzeldere'de çıktığımız yayla var. Pürenli. İlk ev Emin Amca'nın. Her zaman, gelenlere ikram etmeye çayı hazır. Hanımı, bitki çayı; kendisi, normal çay seviyor.
Bir seferinde yaylaya çıkan izciler , ilçeden gelecek malzeme gecikince aç kalmışlar. Emin Amca'nın kapısını çalarak ekmek istemişler. Hanımı, evde olan bir ekmeğin yarısını vermiş. Emin Amca kızmış hanımına. Diğer yarısını da vermiş.
Pürenli'de az sayıda yaylacı var. Orta yerde küçük bir göl . Kazlar yüzüyor. Rüya gibi. Yumurta aldığım bir hanıma adını sordum. "Akhanım" dedi. Ne güzel deyince" Sahi mi?" diye gözleri parladı. Yaşını sorunca aldığım cevaba bayıldım. "Elli ama, geceleri saymıyom. Yirmibeş."
Yayladan bahsedince solmaz çiçeğini ve kekiği atlamak olmaz. Sapsarı bir çiçek Solmaz. Kendinden kuru olduğu için adı böyle. Hiç solmuyor.
Her yaylanın bir kekiği var da bizim yaylanın farklı bir kekiği var. Adına anuk diyorlar. Pestükan ve yarmadan yapılan öz hakiki Selçuklu çorbası olan " toyga" ya mahsus bir kekik.
Anlaşıldı, benim yayla zamanım gelmiş. Solmaz çiçeği göresim gelmiş. Şehirde çok gürültü var. Kendi sesimi duyamıyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.