Hududa riayet!
Aynı Kur’an’ı okuyan, aynı hadisleri izah eden ulema arasında ‘katı’ ve ‘esnek’ ayrımı nasıl yapılabilir? Esnetmek katı tutmak kimin hakkı? Din aynı, hüküm aynı değil mi? Evet, iki âlim arasında izah farkı vardır; ama ulemanın, beğenilmek için esnetmeleri veya katılaştırmaları yoktur. Çünkü ilim takva üzerine kurulu olmalıdır. İnsanların hoşnutluğunu esas alan tavır, hatadır.
Son dönem, farkında olunmayan bir tehlike de ‘dinimize uyma’ değil de dini kendimize, yaşayışımıza uydurma tehlikesi! Katı, yumuşak, aşırı, ılımlı, kolay, zor, yaşanır/yaşanmaz, ‘bu hangi devir canım’ gibi kelime ve deyimler (maalesef) dinimizle ilgili kullanılır hale geldi. En önemli ve ciddi meselemiz olan ‘İslâmi Hayat’ımız, basit, sığ, kahve konuşmaları gibi oldu. Akademisyenler (âlimler demiyorum) buna alet olup, çanak tuttular. Neticede kendi itibar ve ağırlıkları da kalmadı, konuştukları da insanımıza tesir etmedi. Hizmet düşüncesi ve Allah Rızası gözetilmeyince de sıradan insan muamelesi gördüler.
Aynı Kur’an’ı okuyan, aynı hadisleri izah eden ulema arasında ‘katı’ ve ‘esnek’ ayrımı nasıl yapılabilir? Esnetmek katı tutmak kimin hakkı? Din aynı, hüküm aynı değil mi? Evet, iki âlim arasında izah farkı vardır; onlara yönelenler de bu izah farkına dikkat ederek onları izlerler ama ulemanın, beğenilmek için esnetmeleri veya katılaştırmaları yoktur. Çünkü ilim takva üzerine kurulu olmalıdır. İlim bir emanettir. Âlim, Allah’tan hakkıyla korkandır. İnsanların hoşnutluğunu esas alan tavır, hatadır. Bu hatayı âlim veya cahilin yapması sonucu değiştirmez. Âlim veya cahil, bir mü’min, işlediği bir hatadan ötürü cehenneme girmekten sakındığı kadar, başkalarının işleyeceği hatalara sebep olmaktan ötürü de cehenneme girmekten sakınması gerekmez mi? Kulları memnun edip Allah’ın gazabını çekmek İslam dairesi içinde bir yere oturtulabilir mi? Allah adına, kulları Allah’ın dininden soğutmak da yanlıştır. Dinimizi eğip büküp insanların (din dışı yaşayışlarını) rahatsız etmesin diye zorlama tevillere yönelmek de yanlıştır. Dinimiz İslâm, Kitabımız Kur’an-ı Kerim, zaman ve mekân üstü her devire, her çağa ve çağlar üstüne hitab eder. Onun Peygamberi, Müslümanların rehberidir. Bu hususta, bilhassa âlimlerin itidalli olmaları, Allah rızasını esas almaları ve ona göre bir yol izlemeleri ilmin gereğidir. Dün vesikalık resmin dahi zarurete binaen tecvizinden, bugün Twitter, Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerinde kaldırılan mahremiyete, telli çalgıların haramlığından, bugün orglar ve orkestralar eşliğinde verilen ‘İslami konserler’e varıncaya kadar verilebilecek bir yığın örnek, hali pürmelalimizi ortaya koyan traji-komik fotoğraf, bizim fotoğrafımız! Dinde, eksiltmek de artırmak da birdir. Her iki hal de Allah’ın çizdiği hududu aşmaktır. Dinde tenkis (azaltmak) tepkiyle karşılandığı halde, her nedense ‘dinde artırmak’ o kadar tepki çekmemektedir.
İnsanlara dini kolaylaştırma adına bizden önceki dinlerin uleması, yanlış ve hatalı bir usul ve üslup ile hareket ederek ellerindeki hak dini muharref hâle getirmişlerdir. Özellikle Yahudilerin bilinçli bir şekilde izledikleri bu metot, akıbetinin bizi de bulmasına bir engel yoktur. Evet, Allah Teâlâ dinini kıyamete kadar koruyacaktır. Bu kesin bir garantidir. Ulemanın veya cühelanın tutumu bu garantiyi bozamaz ama bir dönemin Müslümanları, bu gevşekliğin sonucu olarak İslam’ı, İslam’ın gerektirdiği gibi yaşamaktan mahrum kalabilirler. Bu da önemsenmesi gereken bir akıbettir. Hududa riayet, haddimizi bilmek olmazsa olmazımızdır. Bu âlim için de, idareci için de, ‘Dinimize hizmet iddiası’ndaki herkes için de geçerlidir. Bilinen bir husustur ki Şeriatta bir şeyin helalliğine değil, haramlığına delil aranır. Allah’ın koyduğu sınırları çiğnemek ne kadar büyük isyansa, Allah’ın serbest bıraktığı bölgelere yeni sınırlar koymak da o kadar büyük isyandır.
İsrailoğulları âlimleri böyle yapmış, halk da onların helal kıldıklarına helal, haram kıldıklarına haram olarak inanmışlardı. Tevbe Sûresi’nde ‘Hahamlarını ve rahiplerini Allah dışında rabler edindiler.’ (9 Tevbe 31) Bu âyet hakkında Peygamberimize ‘ama onlar hahamlara ve rahiplere ibadet etmiyorlar ki’ demeleri üzerine, Rasulüllah Efendimiz, ‘Şüphesiz onlar din adamlarına ve din büyüklerine tapmıyorlardı. Lakin onlar, din adamları ve büyüklerinin serbest bıraktıklarını helal, yasakladıklarını da haram kabul ediyorlardı.’ Bugün bile yaşanan vahim olayların çıkış noktası bu değil mi? Kendi büyüklerinin emir ve yasaklarını dinin emri ve yasağı gibi görme hastalığı, ölçüyü kaçırma hastalığı, kanserden bile tehlikeli bir hastalık!
Dinin tahrif edilmiş olarak kalmasından söz edemeyiz ama bir dönemin insanları tahrif edilmiş fikirlerden ötürü ahiretlerini zarara uğratabilirler. Ahmed bin Hanbel dönemine ait Müslümanların sapık bir fırkanın etkisinde kalarak Kur’an hakkındaki düşüncelerini buna örnek gösterebiliriz. İmam-ı Azam’ların, İmam-ı Rabbani’lerin verdikleri mücadeleleri, gördükleri işkence ve zulümleri unutmayıp bunların ne için verildiği üzerinde düşünmek mecburiyetindeyiz. ‘Yatsı abdestiyle sabah namazı kılma’ üzerinde durulup bunu anlatıp dururken İslam’ın özüyle uğraşılan noktada ölümü göze alan mücadele, nasıl unutturulabilir?
İmam-ı Rabbani Hazretlerinin, tasavvufa ekleme yapılan ‘şeriat dışı’ bilgi ve ibadetler, hurafe ve bid’atlarla fikrî ve ilmî mücadelesi, devrin siyasi lideri Ekber Şah ile ölümüne cihadı, hepimizin döne döne okuyup üzerinde tefekkür etmemiz; içinde bulunduğumuz, şartları anlamamız bakımından da çok önem arz etmektedir. Aynı şekilde laiklik gibi bir sistemi, İslam’la bağdaştıran anlayışlara kapılmış insanların sorumluluğu da iyi düşünülmesi gereken örnekler arasındadır.
Hâlâ ‘İslam ve demokrasi’ panelleri düzenlenip, İslâm’ı (haşa) demokrasi ölçüsüyle değerlendirme hastalığı devam ediyor, demokrasiyi kuranların (J. Lock gibi) ‘en az kötü’ rejim olarak tavsif ettiği bir rejimi ‘örnek/ideal bir rejim’ olarak takdim edebiliyor, bunu da ilahiyatçılara söylettiriyorsak, hastalığın boyutunu daha iyi anlarız.
(Devam edeceğim İnşaallah...)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.