İşgalcinin Seçim Yatırımı: Katliam
Siyonist işgal devletinin çok değil sadece 66 yıldan ibaret olan tarihi katliamlarla ve cinayetlerle doludur. Çünkü gayrimeşru işgal, gasp ve hak sahiplerini evlerini, yurtlarını terke zorlayan tehcir yöntemleriyle kurulduğundan mağdur ettiklerinin haklarını istemeleri karşısında yaşayabilmek için öldürmek zorunda olduğunu düşünüyor. O yüzden, ateşkes sağlandığı dönemlerde bile karşı tarafın riayet etmesine rağmen kendi açısından şartlar oluştuğunu gördüğünde saldırma ve öldürme fırsatlarını kaçırmamaya çalışıyor.
Fakat bazı katliamları ve cinayetleri onun saldırganlıktaki karakteristik yönlerini açığa çıkarması açısından gündelik hale gelen saldırılarından ve cinayetlerinden farklılık arz eder.
Örneğin Sabra ve Şatilla katliamlarını, işgalci askerlerinin mülteci kamplarını sıkı kuşatmaya almasından sonra içeri soktuğu Falanjist milislerin savunmasız kadınları, çocukları ve yaşlıları çok korkunç bir şekilde sırtlarından ve göğüslerinden bıçaklamalarına imkân vererek gerçekleştirmiş sonra da “biz yapmadık Falanjistler yaptı” savunmasında bulunmuştur. Oysa Falanjist milislerin işgalci komutanlar tarafından görevlendirildiği, kuşatmacı askerlerin mülteci kamplarına kimseyi sokmazken onları özel korumayla soktukları ve katliam esnasında milislerin lideriyle işgalci askerlerin komutanlarının doğrudan irtibat halinde oldukları BM raporlarına da bağımsız kuruluşların raporlarına da geçmiştir.
el-Halil’deki Hz. İbrahim Camisi katliamı da yine askerlerin koruduğu bir ırkçı doktor tarafından insanların sabah namazında tam secdeye vardıkları sırada arkadan üstlerine mermi yağdırmasıyla gerçekleştirilmiştir.
Gazze’ye insanî yardım götürdüğü için hedef alınan Mavi Marmara gemisine yönelik saldırılarını da tam yolcuların sabah namazını kıldıkları sırada başlatmak istemiş ama botlarının biraz uzakta olması sebebiyle selam verdiğimiz esnada yetişebilmişlerdi.
Bugün 18. yıl dönümünü münasebetiyle gündeme getirdiğimiz ve 18 Nisan 1996’da gerçekleştirilen Kana katliamı da hem siyonist politikacıların seçim yatırımı olarak planladıkları, hem de çok sayıda insanı bir arada imha edebilmek için BM tarafından “güvenli” ilan edilen sığınma alanını hedef alarak gerçekleştirdikleri katliamdır. Bu vahşi katliamda 35’i çocuk, 108 kişi toptan katledilmiştir.
İşgal devletinde hâlen cumhurbaşkanlığını sürdüren ve yakında bu görevini tamamlayacak olan Şimon Peres, 1996’da İşçi Partisi’nin lideri ve işgal yönetiminin başbakanıydı. O zaman Likud Partisi’yle rekabet halindeki İşçi Partisi güya “barışçı (!)” söylemleriyle öne çıkan bir sol partiydi. Fakat 26 Mayıs 1996 seçimlerine hazırlanırken bu söylemlerinin kendisine oy kaybettirdiğini, Likud Partisi’nin daha saldırgan ve şiddet yanlısı söylemleriyle oy kazandığını görünce, iktidarı elinde tutuyor olmanın avantajını kullanarak siyonist kamuoyunu etkilemek istedi. O yüzden saldırıda korkunç bir vahşet sergilendiği halde, Peres seçim yatırımını amaçladığından kendi kamuoyuna mesaj gönderebilmek için saldırı kararını kendisinin verdiğini sorumluluğunu da yüklendiğini açıklamaktan çekinmedi.
Katliam aynı zamanda Bosna’daki Srebrenitza katliamı gibi BM’nin güvenli ilan ettiği sığınağın hedef alınması suretiyle gerçekleştirildi. İşgal güçlerinin uçakları havada uçuşmaya başlayınca mülteciler BM sığınığına koştular. İşgal pilotları da önce bir süre havada manevra yaparak mültecilerin sığınağa toplanmalarını bekledi, sonra da doğrudan burayı hedef aldılar.
Ben saldırıya hedef olan sığınağı ziyaret ettim. Yanı başındaki bina hiçbir zarar görmezken sığınak darmadağın edilmişti. O yüzden evlerinde kalarak sığınağa gitmeyenlere bir şey olmamıştı. Bu korkunç vahşete rağmen sığınağının hedef almasından dolayı BM, işgal yönetimine herhangi bir yaptırım uygulamadı. Peres de zaten BM konusunda kendinden emin olduğundan bu cüretkârlığı göstermişti. Bu olay da BM’nin uluslararası emperyalizmin saldırgan ve vahşi uygulamalarına kılıf geçirmekten başka bir iş yapmadığını belgeleyen önemli olaylardan biridir.
Peres BM ile perde arkasından anlaşarak böylesine bir vahşet sergilemesine rağmen yine de siyonist seçmeni tatmin edemedi ve 26 Mayıs 1996 seçimlerini Netanyahu başkanlığındaki Likud Partisi kazandı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.