Rabia Rahmun'a selam olsun
Kızılay'da, otobüs durağında bekliyorum. Bu durakda beklerken ve otobüslerinde seyahat ederken Çankaya'nın mutlu ahâlisinin hükûmete ve Büyükşehir Belediyesi'ne hakâretlerini bol bol dinleyebilirsiniz. Mesela, şöförle atışan bir hanım, " Sizi hep Melih şımartıyor." diye çemkirir. Başbakanlık konutunun yanından geçerken gözü dönmüş bir adam "Şerefsiz burada oturuyor. "diye tahrik eden bir cümle sarfeder. Bunlar vaka-i âdiyyeden.
Neredeyse dakikada bir geçen; hem halk hem belediye tipi olan bir otobüs numarası var. Yalnız, halk otobüsü daha sık geçiyor. Belediye otobüsü ona göre seyrek. Belediye otobüsünün geçmesinin hemen akabinde birkaç hanım durağa geliyor. Bu arada, üst üste halk otobüsü gelince söylenmeye başlıyorlar. Bir hanım "Bu niye böyle sık geliyor?" diye soruyor. Diğeri "E dedi ya bana oy veren yerlere daha çok hizmet götüreceğim." diye. Kasd-ı mahsûsaları Melih Gökçek. Arkasından, ağızlarına geleni saymaya başlıyorlar.
Halbûki, bu otobüsün gittiği semtin sâkinleri CHP'ye oy verdi. Gezi günlerinde az yorulmadılar.
Yâni, şunu söylemeye çalışıyorum. Durakda herşey normal seyrinde. Belediyenin, seçim sonucuna göre herhangi bir uygulaması yok. Herşey eskisi gibi. Bu hanımlar, hepi topu dakika hesâbı bekliyor oldukları için söyleniyorlar. Daha doğrusu bahâne arıyorlar.
Sonra, Büyükşehir'den Keçiören Belediyesi'ne geçiyorlar. O belediyeye de bir şeyleri haram zıkkım ediyorlar. O an aklıma, Keçiören Belediyesi'nin evlere bedâva temizlik hizmetinden annesi faydalanan ulusalcı arkadaşım geliyor. Hem bu hizmeti alıyorlar hem de küfürün bini bir para. Üstelik maddi durumları iyi. Ayrım yapmıyor belediye. İsteyen yaşlıya hizmet veriyor.
Beklediğim durağın teyzeleri de aynı. Bilâhare indikleri yerden anlıyorum ki "Niye sık geçiyor?" diye kızdıkları halk otobüsüne de binebilirlermiş. İndikleri yerden o otobüs de geçiyor. Neden binmiyorlar dersiniz? Çünkü, belediye otobüsleri, belli yaşın üstündekilere bedâva.
Hem bedâva belediye hizmeti al hem hakkını helâl etme. Ne âlâ memleket…
Dedim ya bunlar vaka-i âdiyyeden. Kulaklarım alışık. Kulaklarımın, gönlümün, yüreğimin bir türlü alışamadığı bir konuya geçiyorlar. Ne zaman tesâdüf etsem yaralandığım bir konuya.
"Bir de Suriyeliler'i çıkardılar başımıza. Sanki biz doyduk onlar kaldı." diyor birisi. O nasıl sözler öyle? İnsanlığınızdan utanırsınız. Diğeri "Daha yeni Ceylanpınar'dan geldim. Günde beş öğün yemek veriyorlar. Birisi hastalansa hemen ambülans geliyor. Keyifleri yerinde. Hepsi benim paramla. Haram olsun." Karşısındaki de aynı şekilde haram ediyor.
İhtimâl veriyor musunuz günde beş öğün yemeğe ya da lüzûmsuz yere ambülans geldiğine. Bu hanımlara, Yermuk Kampı'nda açlıkdan ölenleri söylemenin bir manası var mı acaba? Ensâr ne demek, anlatsam anlarlar mı? Ya muhâcirlerin Efendimizi temsil ettiğini….
Konuşmalarını dinlediğimi sanmayın. Seslerini özellikle yükseltiyorlar.
Daha fazla duymak istemiyorum. Neyse ki otobüs geliyor.
Eve geldiğimde Galata Köprüsü'nden atlayan yaşlı adamı ve onu kurtaran Suriyeli gencin haberini okuyorum. Herkes seyrederken Suriyeli Rabia Rahmun suya atlamış. Bir Türk için.
Zannederim, başka bir şey yazmama lüzûm yok.
Suriyeli gence, buradan, kendi adıyla selâm gönderiyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.