Anayasa Mahkemesi Başkanı ne dedi?
Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Haşim Kılıç’ın, Anayasa Mahkemesi’nin 52. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmadaki “nitelikli düşünceler” maalesef algılanamadı. Çünkü, konuşma metnine yerleştirilmiş “siyasal göndermeler” o kadar rahatsız ediciydi ki, kimseye “sözün özü”ne dikkat kesilme imkânı vermedi. Haşim Kılıç, AYM ve diğer yargı mensupları için gerçekten “manifesto” niteliği taşıyabilecek bir konuşmayı kendi elleriyle berbat etmiş ve Yeni Akit’in dünkü menşetinde yazdığı gibi, “tarihin çöplüğü”ne atmış oldu.
Bu konuda pek çok yorum yapılıyor, daha da yapılacak. O yüzden bir örnek verip meselenin bu yönüne girmeyeceğim. AYM Başkanı dedi ki: “Bizler adil olmayı kutsal bir görev kabul eden bir medeniyetin mensupları olarak, gücün ve şartların etkisiyle gömlek değiştiren bir karakterin sahibi olamayız.”
Bu, “gömlek” kelimesine takılmazsak, hakikaten “yargı mensubu” için temel bir ilke. Evvela “adalet”i önceleyen “İslam medeniyeti” geçmişine yapılan atıf, ardından da “şartlar” ne olursa olsun, nasıl bir “güç”ün karşısında olunursa olunsun, asla “adalet”ten ayrılmamayı esas alan bir “karakter”e vurgu yapılması...
Gerçekten AYM Başkanı’nın cümlesindeki “mükemmel hukuk adamı vasfı” olabilecek bu anlam, “gömlek” kelimesiyle bizzat Başbakan’a “siyasal gönderme” yapılmakla “anlam kayması”na uğradı. Çünkü, sen böyle nitelikli bir cümleyi, son zamanlarda “çatışma” yaşadığın Başbakan’ın geçmişte kullandığı ve çokça eleştiri alan “Milli Görüş gömleğini çıkardım” ifadesine gönderme yaparak kurarsan, söylediğin “sözün özü”nü kendi ellerinle heba etmiş olursun.
AYM Başkanı’nın konuşmasının bu tür “sorunlu” yanları hakkında söz edenler zaten olacaktır. O yüzden ben, konuşmanın “iyi taraflar”ına bakmak istiyorum.
Mahkemelerin karar verirken hareket ettiği “vicdani alan”ın, “dostluk ve düşmanlık duygularına kapalı” olması vurgusu çok önemli. Zira dostumuz da olsa “haksızlığı meşrulaştırmamak”, düşmanımız diye de “adalet”ten ayrılmayıp “hakları gasbetmemek” en önemli hukuk adamı vasfı olsa gerek. Bu kapsamda “adil yargı görevi”nin ancak “bağımsız ve tarafsız kalmayı becerebilen yargıçlar”ın varlığıyla mümkün olabileceği önemli bir tesbit.
Çalışma ve yorumlarıyla “sorun üreten değil, sorun çözen yargı” anlayışına dikkat çekilmesi ciddi bir yarayı deşiyor. Yargı kararları sosyal, siyasal, iktisadi, idari vb. sorunlar üretiyorsa, hakikaten yargının kendisi sorun demektir. O yüzden yargı kararları yeni sorunlar üretmemelidir.
Yönetimin “totaliter rejim”e dönüşmemesi için “hukukun üstünlüğü” anlayışından beslenmesine, insanların “onurlu bir hayat” yaşayabilmesi için “hukuk güvenliği”nin egemen olduğu bir devlete yapılan vurgu, “tüm eylem ve işlemlerin yargı denetimine tâbî” tutulması ilkesiyle birlikte, “Hukuk Devleti”nin temel felsefesini kurgulayabilecek nitelikte. Bu kapsamda Devlet tasarruflarının “öngörülebilir, ulaşılabilir, açık ve şeffaf” olmasına, “iktidar gücünün keyfi davranışları”nın sınırlandırılmasına yapılan vurgu dikkat çekici.
Yazılı hukuk kurallarının değiştirilmesi için öngörülen ölçü ilginç: “Haklı bir nedene dayanacak, kamu yararı gözetilecek, siyasal amaçları gerçekleştirmek amacını gütmeyecek.” Bunun hemen ardından, yargının “devletin vicdanı” olduğuna ve bu vicdanın, “siyasi ve ideolojik vesayet odaklarının işgaline uğramaması” gerektiğine dikkat çekilmesinin önemi takdir edilmelidir. Zira “onur sahibi olan herkesin haksızlığa ve ihlale karşı çıkması insanlık borcudur.” Bunun için “yargı üzerinde oluşan ya da oluşacak tüm vesayetçi anlayışlar”ın herkes tarafından şiddetle reddedilmesi çağrısı önem arzeder. Çünkü vesayet altındaki bir yargı hukuk güvenliğini sağlayamayacak; “yönetenlerin güvenliği”ni sağlarken, ötekilere “korku, endişe ve umutsuzluk” verecektir.
“Yargı, milletin iradesine tuzak kurulacak yer değildir” ifadesi, bir yandan “yargı erki”ne yol gösteriyor, bir yandan da “yönetim erki” ile arasına sınır çiziyor. Yine, “hukuk devletlerinde tehdit ederek, korkutarak sorunların çözüldüğüne ilişkin örnekler bulamazsınız” vurgusu, yargı ve yürütme erklerine çizilen yol niteliğini haiz.
Gerçekten de AYM Başkanının dediği gibi, “kamu gücüne sahip olanlar, topluma sunduğu hak ve özgürlükleri, lütuf ya da bağış olarak göremezler.” Çünkü o haklar zaten toplumun ve bireyin öz hakkıdır. O yüzden “hukuk devletinde mahkemeler, emir ve talimatla çalışmadığı gibi, dostluk ve düşmanlık duyguları ile de yönlendirilemez.” Bunlar çok önemli ilkelerdir.
Bir diğer önemli husus, “yaşanan sorunlarla ilgili en masum çözüm önerilerini, düşünce ve görüşleri derhal siyasi bir süzgeçten geçirdikten sonra kabul veya reddeder hal”e gelmiş olmanın yanlışlığına yapılan vurgu. Oysa yapılması gereken, kaybedilen “diyalog ve uzlaşma zemini”ni tekrar kazanarak, “farklı olanların doğruları ile zenginleşeme”yi başarabilmek. Zira, takdir edersiniz ki “başkalarının haklarına sahip çıkmak bir insanlık erdemidir.”
Bunlar AYM Başkanı’nın diğer dediklerinden örnekler. Bunlara “yanlış” diyebilir misiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.