Hayırlı şeyleri engellemenin kirli yöntemi
Hayırlı şeyleri engellemek isteyenler, önceleri doğrudan doğruya o hayırlı şeyi hedef alırlar, doğrudan doğruya o hayırlı şeye karşı çıkarlardı. Ama artık öyle yapmıyorlar. Çünkü hayırlı şeye karşı çıkmanın kendileri için “hayırlı” olmadığını, haklarında “menfi kanaat” biriktirdiklerini, “toplumsal vicdan”da mahkûm olduklarını görüp yöntem değiştirdiler.
Artık, hayırlı bir şeyi engellemek istediklerinde, o hayırlı şeyi “genel kanaat”lere “şer” olarak yerleşmiş bir “menfiiyyat”a bağlıyorlar. Güya menfiiyyata karşı çıkmış gibi bir görüntü sergiliyor, ancak hayırlı şeyi eklemledikleri o menfiiyyatı engelleme görüntüsü altında, aslında “hayr”ı, “hayırlı şey”i engelliyorlar.
Tarihimizde farklı açılardan kullanıldığı görülen bu kirli yöntem, eskiden İslam’ı toplumsal yaşantıdan ve devlet yönetiminden uzaklaştırmak için kullanılıyordu (“çöl kanunu”, “İslam’a evet ama Şeriat’a hayır” söylemlerini hatırlayın). Bugün ise “İslami kazanımlar”ı engellemek için kullanılıyor. Çok samimi bildiğimiz bazı müslüman kardeşlerimiz de bu oyuna geliyorlar.
Konuya ilişkin olarak iki örnek vermek istiyorum.
Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç’ın başörtüsü bağlamasının ardından koparılan gürültüyü hatırlayın.
Bugünlerde “şamar oğlanı”na çevrilen ve “paralel yapı” olarak adlandırılan bir grup var. Gerçekten ülkenin/toplumun başına bela olduğu belgelenen bir paralel yapı varsa, bunları tasfiye etmeye kimse bir şey diyemez. Ancak, arada işini yürüten “şer niyetliler”i de görmek lazım. Zira, “doğru değişimler”e, “güzel gelişmeler”e tahammülü olmayanların, bunu önlemek için kullandıkları taktik de, o doğru ve güzel şeyleri “paralel yapı”yla ilişkilendirerek engellemeye kalkışmak şeklinde.
İşte, Dicle Üniversitesi rektörü, başörtüsü bağladıktan hemen sonra “paralelci” ilan edildi. Öyle ya, nasıl olsa “paralel yapı” hedef tahtasındaydı ve birini harcamak istiyorsan, güzel bir gelişmeye karşı çıkıyor da doğrudan hedefe koyamıyorsan, “paralelci” ilan eder, “paralel yapı”ya eklemler, istediğini elde edebilirdin. Rektöre de öyle yapıldı. Başını kapatır kapatmaz “paralelci” diye yaftalanıp linç edilmeye kalkışıldı.
Oysa, ortada “stratejik bir durum” vardı. Yıllardır, başörtülü diye “ikna odaları”nda işkence seansları düzenlenen, kapılarından kız öğrencilerin kovulduğu üniversitelerde, artık bir rektör başörtüsü bağlamıştı. Başörtülü öğrencilerin kampüse adım atamadığı, kapıdan kovulduğu üniversitenin tepe yöneticisi artık başörtülüydü. Bunun “tadı”nı çıkarmak, “zaferin gururu”nu yaşamak, “psikolojik ve stratejik kazanımlar”ını görmek yerine, başörtüsü bağladığına pişman edip burnundan getirircesine rektörü paralelci etiketiyle linç etmeye kalkışmak, işte hayırlı bir işi engellemeye kalkışmanın kirli yöntemlerinden biriydi.
Elbette rektör suç işlemişse hakkında gereken işlem yapılmalıydı, ancak bu zamana kadar susup da tesettüre girmesinin hemen akabinde saldırmak, başörtüsünü vitrine çekerek üzerine gitmek, rektörün suçlarından ziyade, başörtüsünün zaferini hedefe koymaktan başka bir görüntü vermedi.
Şimdi, aynı “kirli ve hain taktik”, Ayasofya’nın tekrar camiye, yani aslına döndürülmesine karşı kullanılıyor.
AK Parti’den istifa eden Burdur milletvekili Hilmi Yıldırım, Ayasofya’nın “Ayasofya Camii” adıyla cami olarak ibadete açılması için kanun teklifi verdi. Bu teklif üzerine yapılması gereken, tüm müslümanların, İslami sivil toplum kuruluşlarının, basın-yayın organlarının, iş çevrelerinin, ne kadar kanaat önderi, sözü geçen, lafı dinlenen kişi ve kurum varsa, hepsinin teklife destek vermesi, Hükümet’in yasayı sahiplenmesine çalışması, yoğun destekle Hükümet’in elini güçlendirmesi ve yüreklendirmesi değil miydi?
Ama öyle olmuyor! Ayasofya Camii’nin “müze işgali”nden kurtarılması için kapıya kadar gelen bu “tarihi fırsat”, bu “hayırlı iş”, engellenmeye çalışılıyor. Tıpkı rektörün başörtüsü olayında olduğu gibi, yasa teklifini veren milletvekilinin “Gülen Cemaati”nden olması vitrine çıkarılıyor. Böylece asıl konu, yani “Ayasofya’nın cami olması hayırlı işi” engellenmeye çalışılıyor.
Sanki Ayasofya müslümanların ortak derdi değilmiş gibi, teklifi eleştiriyorlar. “Cemaat AK Parti’yi Ayasofya ile vuracak” diyerek, bu hayırlı işin önünü kesmeye çalışıyorlar.
Neymiş, cemaat sempatizanı milletvekilinin böyle bir teklif vermesi, “AK Parti’yi muhafazakâr kitleler karşısında zor durumda bırakmak” anlamına geliyormuş.
Niçin öyle olsun? Ak Parti yasayı çıkarırsa, zor durumda mı kalır, oy patlaması mı yapar? “Muhafazakâr çevreler” nezdinde daha da güçlenmez mi?
Ama niyet başka. Niyet, “hayırlı şey”i engellemek. Bunun için de hayırlı şeyi algılara kazınan “güncel menfiiyyat”a yamamak.
Lütfen bu oyuna gelmeyelim. Kimin nereden, kimden olduğuna değil, vizyona konan işin ne olduğuna, nihayetinde kime yarayacağına bakalım. Hadi, “paralel-maralel” saçmalığına son verip, Ayasofya ile ilgili yasa teklifine destek olarak “toplumsal talep”e dönüştürelim. Böylece, “küresel sistem” karşısında Hükümet’in elini güçlendirelim.
Bir Cuma namazı ile Ayasofya Camii’ni açalım!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.