Nusret Çiçek

Nusret Çiçek

‘Selam Tevhid’ Örgütü var mı, yok mu?

‘Selam Tevhid’ Örgütü var mı, yok mu?

Ne diyor İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu?

Diyor ki, Selam Tevhid diye bir örgüt yok, uydurma.

Peki İstanbul Cumhuriyet Savcısı Adnan Çimen ne diyor?

“Bal gibi var” diyor.

Çimen, örgütün geçmişte İran devleti için ajanlık faaliyeti yürütmesinin yanı sıra Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülmesi eylemlerini de gerçekleştirdiğini iddia etmesi de yeni bir tartışmanın fitili...

Son dönem paralel yazmaya başlayan Nazlı Ilıcak da “Acem Muslukları” başlıklı yazısında öyle diyor. Güya İran ajanları Hizbullahçılarla görüşürken defterlerini unutmuşlar.

İşte o defterler bulununca da İran ajanlığı yapan ne kadar Türk varsa isimleri belirlenmiş.

Al sana bir perdelik paralel oyun.

Bir kere defterini unutacak kadar ebleh olana ajan denmez, provokatör denir...

Dinlemelere gelince, İstanbul Başsavcısı, örgüt bahane edilerek 7 bin kişinin dinlendiğini açıklarken yine aynı Savcı 7 bin değil, 230 kişinin örgüt bağlantısı kapsamında dinlendiğini söyleyerek başsavcıyı tekzip ediyor. Etmesi o kadar önemli değil, herkes herkesi tekzip ediyor.

Benim açımdan önemli olan, “Türk adaletine inancım tamdır” diyen sokaktaki saf vatandaş bu tutarsızlıktan ne kadar yara alır? Adalet kavramı zedelenince hakime mi gider yoksa örgüte mi?

Savcı dinlenen kelle sayısını şöyle buluyor.

Diyor ki, ben 230 kişiyi harbiden dinlettirdim.

O 230 kişinin konuştuğu karşı kişiler 7 bin olsa da beni ırgalamaz.

Buna kelime oyunu mu desek, yoksa ırgalayıp ırgalamadığını mı sorgulasak?

Malum, telefon görüşmeleri tek kişi ile olmaz.

Tek kişilik telefon konuşması yapanlara akıllı demezler, üşüttü derler.

O zaman üşüttüler 230, akıllılar 7 bin mi diyeceğiz?

Geçmişte benzeri oldu.

Bir kısım müteahhitler rüşvet ağında dinlenirken karşı taraf hakimler çıkmamış mıydı?

Ne var ki Yargıtay deliller usulüne göre elde edilmediğinden bahisle üyeler hakkındaki soruşturmayı takipsizlikle sonuçlandırdı...

O bakımdan, ben 230 kişiyi dinledim diyemezsiniz, o 230 kişinin karşısında binlercesi de dinlenmiştir. Dinleme sonunda tabi ki ya dava açılır, ya takipsizlik kararı verilir.

Ama işlemin her ikisi de sonucu değiştirmez.

Olayın bir de siyasi arka planı var.

Uğur Mumcu’yu katleden servisin İsrail patentli olduğunu artık bilmeyen kalmadı. Hatta Mumcu’nun ağabeyi kaç sefer bu olayı televizyonlarda anlattı.

Bir de Uğur Mumcu’nun sağlığında anlattıkları var.

Kürt Dosyası için yakında “bomba patlayacak” dediğinde sürekli tehdit ediliyormuş.

Bu tehdit işini İsmail Nacar’a şüphesinin dinci gruplar, yani İran yanlısı gibileri olmadığını ölümünden bir hafta önce ayak üstü söylemişti.

Aynı şekilde, İsrail Büyükelçiliği kendisini yemeğe davet ettiğinde kibar bir dille “Uğur Bey, Kürt Dosyası’nı yayınlamasan iyi olur” şeklinde de uyarmış.

Kürt dosyası yayınlanmadan kendisi havaya uçuruldu.

Hadi şimdi soralım, bu dosya ile İran’ın ne alakası var? Kaldı ki olayın olduğu günlerde Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan bir gurup, katillerin İsrail Büyükelçiliği’ne sığındıklarını açıklamışlardı ama o tarafa bakan olmadı. Ne hikmetse hep İran!

Türkiye ile İran’ı bir türlü kapıştıramadılar.

Doğrusu savcının açıklamalarından tatmin olmadım.

Hem siyasi çalkantılardan, hem de iki farklı açıklamadan şunu anladım, demek ki bu ülke hâlâ “senin hakimin, benim hakimim” zihniyetini bir türlü aşamadı.

Düşünebiliyor musunuz?

Savcının birisi 60 kadar iş adamını tutuklatıyor, mallarına el koyuyor, ortalık toz duman oluyor, bir başka savcı geliyor hepsini kaldırıp atıyor.

“Var yok” oynuyor Türkiye yargısı.

Peki vicdan sormayacak mı? Be hey hanginizin yaptığı doğru?..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Nusret Çiçek Arşivi