Ah bu dergiler!...
Tamam... Hepimiz önce gazetelerle tanıştık; dergilerle tanışmamız daha sonradır. Okul ünite dergisinden söz etmiyorum; baya baya fikir, sanat ve edebiyat dergilerinden söz ediyorum... Yani ekseriyetle ayda bir çıkan, güncelden ziyade her zaman geçerliliği olacak görüşlerin yer aldığı dergiler... Edebiyat dergileri... Genel kültür dergileri... Fikir dergileri...
Evimize giren ilk dergi, bir çocuk dergisiydi. Yeşilay Cemiyetinin çıkardığı Mavi Kırlangıç. Bu dergide yayınlanan önemli tarihî olaylar, hikmetli kıssalar, menkıbeler, deyim hikâyeleri ve bazı karikatürleri hâlâ hatırlıyorum. Geçen hafta şehrimizin Yeşilay temsilcisi, bir dergi getirdiğinde, birkaç sayfanın Mavi Kırlangıç’a ayrıldığını görünce çocukluk günlerimi tatlı bir hüzünle hatırladım.
Lise yıllarımızda fikir ve edebiyat dergileri girdi dünyamıza. Turgutlu’da Töre Kitabevine gelen her dergiden birisi bizim eve gelirdi. Her dergiyi su içer gibi okurduk. Şiir, hikâye, deneme örneklerini bu dergilerde tanıdık. Fikrî veya edebî eleştiri geleneğini bu dergilerde tattık. Herkesten farklıdır belki ama çini mürekkep desen zevkim, bu dergilerde gelişti; sonra bu resim zevkine dönüştü.
Bazen ay ortasında, bazen de sonraki ayın başında gelen dergileri, bir avuç genç, ne heyecanla beklerdik!.. Dergiler gelince dernekte, Sevinç Parkı veya Bayram Yeri Parkı’nda okuduklarımızı tartışır, güzel bulduğumuz şiirleri, hikâyeleri konuşurduk.
İlk fikrî ve edebî tohumları o zamanlarda saçmaya başlamıştık zihin tarlalarımıza. İçinde ideolojik çeşninin baskın olduğu dergilerdi bunların bir kısmı. İdeolojik dergilerin sınırlayıcı tavrından sıyrılmam, daha çok üniversite yıllarımda oldu. Ve dergi çıkarma sevdasına da üniversite yıllarında düştük.
Bir grup genç olarak piyasadaki dergileri beğenmiyorduk. Beğenmeme sebebimiz gene ideolojik takıntı sonucuydu ama dergilerde de ideolojik sırıtkanlığa da karşıydık.
1977’de Ankara Yükseköğretmen Okulu bünyesinde çıkardığımız Ülkü Pınarı ile başladı dergi maceramız; arkasından Divan dergisi geldi, arkasından da Doğuş Edebiyat...
Yavaş yavaş, dergi çıkarma heyacanıyla beraber, dergi kapatma hüznünü de tadıyorduk. Her yeni çıkan dergi heyecan, her kapatılan dergi, biraz hüzün, çokça kahırdı.
Sonra Elazığ yılları... Orada bir grup heyecanlı insanla, taşra şartlarında; sınırlı ve dar imkânlarla dergi çıkarma sevdası...
O zamanın şartlarında çinko baskılar, kurşun hurufat, asit ve kağıt kokusuyla karışmış taze mürekkep kokusu...
Büyük şehirlerde de heyecanlı oluyordu her yeni sayı ama taşrada bunun hazzı daha başkaydı. Bozkırda açan bir çiçek heyecanı, sevinci ve hüznü yaşatırdı her sayı. 15 yıla yaklaşan yayın hayatıyla, Bizim Külliye dergisinin arka planında, kurşun hurufat ve çinko resim baskılı Nilüfer dergisi vardır.
Cemil Meriç’in “hür tefekkürün kalesi” olarak gördüğü dergiler, bizler için bir heyecan ve sevinç kaynağı idi. Belki hepimiz için ilk sevgili gibi bir şeydi o dergiler... Hatırlandıkça hem sevinilen, hem hüzünlenilen ilk sevgililer gibi...
İşte bu dergilerin sergisi varmış İstanbul’da. 11 Mayıs’a kadar Sirkeci Tren Garı’nda gezilebilecekmiş.
Gel de İstanbul’da olmak isteme şimdi!...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.