“Edepsizlikte Tekleriz”
Namık Kemal’in bazı şiirleri anlam bakımından yabana atılacak gibi değil, “Vatanı sattık bir pula” derken, sadece bulunduğu ortama değil, günümüze kadar uzanmış oluyordu...
Osmanlı’nın aydın yetiştirme adına Fransa’ya saldıkları, dönüşlerinde devletin karşısına ittihatçı kafası ile hain olarak dikildiler. Şimdikiler de pek farklı sayılmaz...
İşte o tiplere hitap ediyor Namık kemal:
“Edepsizlikte tekleriz/Kimi görsek etekleriz
Hakk’tan da yardım bekleriz/ Ne utanmaz köpekleriz.”
Hem iktidarın dünya çapındaki yatırımlarına taş koy, hem de Hakk’tan yardım bekle.
Namık Kemal, bu yozlaşmaya “utanmaz köpekler” diyor.
Gerçekten utanıyorlar mı?
Sabah aç karnına Başbakana yüklenmeseler kahvaltı yapmamış sayarlar kendilerini.
Cüppesi altında siyasi istikbal peşinde koşanlar da bunu yapıyor.
Hele de CHP’de rol alman için bu tip militarist yollar gerekli.
İşleri güçleri ülkeyi sıkıntıda görmek.
Keşke yağmurlar yağmasa da barajlar kurusa! Ortalığı pislikler kaplasa, geçmişin çöp yığını İstanbul’una dönsek, gusül almasak, iktidardan şikâyetler başlasa ne de mutlu olurlardı.
Değil mi ya, yağmurdan da Başbakan sorumlu.
Diyorum ya, sen yine de cumhuriyetçi vesayeti yok ettiğini zannet.
Anayasal dedikleri kurumlar, eski yapıları ile ayakta durduğu sürece, devletin kanını kene gibi emen parazitlerden bu millet kolayına kurtulamayacak.
Görüyorsunuz işte, dünya çapındaki yatırımlar yıkıyor bu damları.
Dokundun mu papağan gibi sayıp döküyorlar; “İnsan hakları, demokrasi, laiklik, çağdaşlık, anayasa.” Başbakan, Barolar Birliği Başkanı’na haddini bildirince insan haklarını çiğnemiş, anayasal suç işlemiş oluyor, daha neler... Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı...
Başbakan o kadar ağır suçları(!) işlerken sen ne yapıyorsun?
Denetimden uzak duran kurumlarda hal ve keyfin iyi mi?
Hadi yeri gelmişken soralım.
HSYK’da teftiş kurulu var, Danıştay ile Yargıtay’da var mı?
Anayasa Mahkemesi’nde var mı? Barolar Birliği‘nde var mı?..
Kim teftiş eder bunları? Kendileri çalarlar, kendileri oynarlar.
Bana kalsa, buralarda hemen teftiş kurullarını kurarım, aynı şekilde siyasi sorumluluğu gereği Adalet Bakanı’nın başkanlığında, olmuyorsa Cumhurbaşkanlığına bağlı muhalefetin de gruptaki sandalye sayısına göre katılacağı bir Üst Yargı Teftiş Kurulu kurarım.
Üst kurulun sorumluluğu; şikâyetleri inceletip meclise sunmak, kamuya açıklamak.
Öyle ya, yüksek mahkemelerin ne yaptığını bilenimiz var mı?
Gelen giden dosyalar gerçekten sıra alıyor mu?
Kararlar süresinde neden çıkmıyor?.. Kaç dosya zamanaşımından yırttı?..
Mahkemelerdeki hakim ve savcılara bu soruları soruyorsun da diğerlerine neden sormuyorsun? Barolar avukatlardan yüklü paralar toplar, peki bu paralar nereye gider?
Yerine mi gider, derine mi gider?
Geçmişte yazdık, Ankara, İstanbul gibi nüfusu yoğun kentlerde tek bir baro otoriterlik demektir. Baroları demokratik bir yapıya kavuşturmak için bu tip kentlerde birkaç baro gerekli.
Aynı zamanda çarşaf liste ile seçime gitmek de Karaman’ın koyunu!..
Muhalefeti olmayan tek taraflı yönetim, tek liste, tek karar eski anlayış ittihatçı geleneği.
İktidar bu tip çalışmalarda geç kalınca, bir tarafta işçinin sırtında kambur gibi duran sendika ağalığı, diğer tarafta keyfilikler sergileyen yargı baronları.
Her birisi ülkenin kalkınmasında engel.
Taksim/sendika, Gezi olayları/sendika, yatırımların akamete uğratılması yargı/sendika.
Bana bıraksalar Anayasa Mahkemesi’ni de kaldırırım.
Bir çok batı ülkesinde olmayan bu mahkemeyi başımıza 27 Mayıs darbesi sardı.
Yüce Divan dediler lordlara ayrı, garibanlara ayrı mahkemeler kurdular.
Soruyorum, uzmanlığı ile hakimlik nosyonu olmayanlar adil yargılama yapabilir mi?
E peki bir generali yargılayamıyorsa koskoca Yargıtay ceza daireleri ne işe yarar?
Anlaşılan odur ki “tekleme” sadece edepsizlikten kaynaklanmıyor, devletin yapılanmasına vesayetçi şekil veren geçmişin darbelerinden kalma kurumlarda daha daniskası var...
“Ofluyu çıkar Ofluyu...”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.