Çevrenin İntikamı mı?
Soma’da yerler yandı, Bosna’da seller vurdu, bilmem hangi gölde balıklar öldü, kutuplarda buzullar çözülüyor, ozon deliniyor, küresel ısınmalar yakıyor, yağmurlar azalıyor vs. vs.
Neler oluyor?
Gerçekten öğrenmek mi istiyoruz?
İşte bir cevap denemesi…
Kainat ve insan Allah Teâlâ’nın koyduğu kanunlara bağlıdırlar. Ya da şöyle söyleyelim; din ile Allah Teâlâ’nın koyduğu “tabiat kanunları – adetullah - sünnetullah” uyum içindedirler. Yani insanlar dinin emrini yerine getirdikleri zaman, kainatla uyum ve ahenk içindedirler. Çatışmaz, sürtüşmez, didişmezler.
Ama insan din dışı yaşadığı takdirde, yaşadığı haram ve günahlarla kainatla, kainata konan kanunlarla ters düşer, sürtüşür, çatışır. Kainat, bu açıdan canlıdır, şuurludur, kendi halince ve lisanınca Allah Teâlâ’yı tesbih eder, O’na kulluk eder. İnsanın bu tanrıtanımazlığından da, haksız ve hukuksuzluğundan da haliyle üzgündür ve şikayetçidir. Çünkü burada görevini yapmayarak isyan ile çatışan ve fesada sebep olan, maalesef insandır. Kainat ise daima itaat altındadır.
İşte Kur’an-ı Kerim’de de belirtilen “insanın elleriyle yaptıkları yanlışlıklar yüzünden yerin ve göklerin fesada gitmesi ve bozulması” böyle başlar. Dinsiz, yani ilahî yasalara aykırı bir yaşam biçimi, ilahî yasalara uygun davranan yer ve göklerle çatışma demektir. Çatışma, fesat ve bozgun demektir, felaket demektir.
Bu çatışmadan meydana gelebilecek fesat ve felaketlerden korkmak lazımdır. Bu dinsizliğin, küfrün, isyanın getirdiği tabiatla, evrenle çatışmadan gerçekten korkmak lazımdır. Çünkü bu çatışmanın belli bir sınıra ulaşmasıyla bazen dünyamız büyük felaketler yaşamıştır. Bu, kainatın asi ve zalim kardeşe olan öfkesidir, intikamıdır bir yerde.
Allah Teâlâ’nın dilemesiyle asi insanların üzerine, Nuh kavminde olduğu gibi, bazen yerler alttan sular fışkırtmış, gökler üstten sular boşaltmış ve bütün insanları boğmuştur. Eykeli’lerde olduğu gibi bazen yer, depremlerle onları sarsmış ve yutmuştur. Bazen de Ad ve Semud kavimlerinde olduğu gibi insanların üzerine sema taşlar ve ateşler fırlatmıştır. Firavun’un helakinde olduğu gibi bazen denizler gayza gelmiş ve etrafına ölüm saçmıştır. Bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın iradesiyle dinsiz ve ahlaksız insanların üzerine azap yağdıran kainatın gayzı ve öfkesidir.
Günümüz seküler – laik düşünceli İslamsız insanlarının başına böyle bir ilahî ceza gelse, felakete bakın ki bunu Allah Teâlâ’dan bilemeyecek, dolayısıyla ders ve ibret dahi alamayacaktır. Hatta “bu bir çevre felaketidir, dinle, imanla, Allah ile ne alakası var?” deyip geçecek ve bunun ilahî bir takdir olduğunu söyleyenleri – Mehmet Kutlular örneğinde olduğu gibi – cezalandıracaktır. İşte bu anlayışsızlığındandır ki bu cezayı hak etmiştir, ama nâdan bunu bile bilemeyecektir.
“Bu felaketler, sadece kötülerin değil, onu hak etmeyen iyilerin de başına geliyor” sözü, çokça karşılaşılan bir itirazdır ve doğru değildir. Çünkü kötülerin içinde yaşayan ama onlara iyiliği emretmeyen ve kötülüğü nehyetmeyen insanlar, üstlerine düşen bir sorumluluğu yerine getirmedikleri için dünyada bu cezayı hak etmişlerdir. Ama daha sonra bu ceza günahlarına kefaret olarak rahmete dönüşecek ve onlar sabır gösterdikleri takdirde ahirette azap görmeyeceklerdir inşallah.
Bu dünyada görevlerini yapanlardan bile azap içinde kalanlar olabilir. Bu da bir sosyal kanundur, “o korkunç fitne-azap geldiğinde toplumda sadece zalimleri cezalandırmaz,” “kurunun yanında yaş da yanar.” Ama onlar hiç olmazsa ahirette yanmazlar. Bu felakete maruz kalmanın mükafatını da muhakkak fazlasıyla görürler.
İnsan Allah Teâlâ’ya karşı kulluk görevlerini yaptığı zaman, kainatın gazabından ve büyük çevre felaketlerinden korkmasına gerek yoktur. Zaman zaman belki “biraz korkuyla, açlıkla, mallardan, canlardan yana eksiltme ile imtihan olunabilirler.” İnsanlar, “imanlarında ne kadar sadık, sabit ve olgun olduklarının açığa çıkması için” de mutlaka deneneceklerdir. Ama bunlar arızîdir, geçici durumlardır.
Bunun ötesinde mü’min Allah Teâlâ’ya tevekkül eder, işini ona ısmarlar. Yaratan kefil olduğu için rızık endişesi çekmez. Dolayısıyla kuraklık olacakmış, küresel ısınma felaket getirecekmiş, bunlardan endişe duymaz ve huzurunu bozmaz. Onun korktuğu ve huzurunu bozduğu tek şey, kulluğunda bir kusur, bir bozulma olup olmamasıdır. Bilir ki cezalar, kendi elleriyle yaptığı fesatlıklardan, bozgunluklardan gelir.
Bütün bunlar düşünüldüğünde şu gerçek meydana çıkar: Dünyanın esenliği, huzuru ve mutluluğu, ancak ve ancak Allah Teâlâ’nın aziz dini İslam’ı bilip yaşamakla mümkündür. Bunu yapmayanlar, üstelik ilahî yasaklar olan haramları fütursuzca işleyerek mayınlı alanı çiğneyenler, yaşadıkları çevreyi de bilerek veya bilmeyerek bozmakta ve tahrip etmektedirler. Yerler ve gökler, insanın yanına koymaz bu yaptıklarını. Allah Teâlâ’nın emriyle bir şekilde alırlar intikamlarını.
Küresel ısınma ve çevre bozulmalarına, geleceği söylenip durulan daha büyük felaketlere isterseniz bir de bu açıdan bakalım ve asıl korkulacak olanın inkar ve isyan olduğunu görerek ders ve ibret alalım.