İstisarenin önemi ve düsündürdükleri
Peygamber Efendimiz’in “Allahü Teala müşavereyi benim ümmetime bir rahmet kıldı. Mü’minlerden her kim istişare ederse doğrudan mahrum olmaz. Her kim müşavereyi terk ederse hatadan kurtulamaz” buyurduğu malumdur.
İstişare, mühim bir konuda fikirlerin, düşüncelerin en isabetli olanını elde edebilmek için insanların birbirlerine danışmada bulundukları hususlardır. İstişarede bulunan insan, başkalarını akıl, tecrübe ve bilgilerini kendi aklıselimine ve bilgilerine katmış demektir. Aklıselim, bilgi ve tecrübe yönünden de istişare biz Müslümanların, en mühim görevlerimizdendir. Çünkü istişare, fert ve toplumlar, hatta millet ve devletler için doğruyu bulmanın, isabetli icraatın, başarı ve saadetin yolunu gösterir.
Peygamber Efendimiz : “Allahü Teala müşavereyi benim ümmetime bir rahmet kıldı. Mü’minlerden her kim istişare ederse doğrudan mahrum olmaz. Her kim müşavereyi terk ederse hatadan kurtulamaz” buyurduğu malumdur. Müslümanlar arasındaki velayetin ve fütüvvetin tabii sonucu olarak “Müşavere” daima gündemde tutulmak zorundadır. Hatta “işlerini müşavere sonucu çözüme bağlamak” Mü’minlerin temel bir vasfı olduğu Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. Gerek devlet, gerek cemaat planında; Müslümanların işlerini üzerine alan kimse (imam veya emir) kaba, sert ve katı yürekli olmamalıdır. Ayrıca ilim ehli ile istişare etmek ve şûra’nın kararlarına uyulmalı, “Her şeyi ben bilirim. İstişare eder, canımın istediği gibi hareket ederim” tavrından da uzaklaşılmalıdır.
Hz. Ali’nin “Kat’i nass bulunmayan konularda nasıl hüküm vereceklerine” dair suali üzerine Peygamber Efendimizin “Mü’minlerden ilim ve takva sahibi olanları toplayıp, istişare edin. Bir kişinin reyine göre hüküm vermeyin” hadisini tatbik ederim cevabı önemlidir.
Şura Müessesesi; farklı tekliflerin ve farklı eğilimlerin değerlendirildiği, bütün ihtimallerin tartışıldığı ve nihai kararın verildiği bir meclis özelliği taşımalıdır. Hesap gününü düşünen İslam’ın temel hedeflerine ihlasla bağlanan her mükellef, müşavere hususunda titizlik göstermek mecburiyetindedir. Bir mükellef iki veya daha fazla kimseyi ilgilendiren meselelerde, sadece kendi müktesebatıyla karar vermekten şiddetle kaçınır. Esasen İslami hareketin sıhhat kazanabilmesi için “Şura Meclisi” zaruridir. “İyiliklerin yayılması ve kötülüklerin önlenmesi” için, el ele vermek mecburiyetindeyiz. Dikkat edilirse kâfirler bile fitne ve fesadın yayılmasında birbirlerinin fikirlerine müracaat edip yardımlaşmaktadırlar. Küfür örgütlerinin temel hedefleri aynıdır. İslam’a karşı savaş hususunda gayet kararlıdırlar. Bütün bunlardan ibret almak mecburiyetindeyiz. Şura müessesesini ihya etmemiz ve İslam’ın temel hedeflerini gerçekleştirmek için salih amellere ağırlık vermemiz zaruridir.
Kendisine vahiy ve ilham gelmesine, her yön ve açıdan en mükemmel olmasına rağmen Peygamberimizin vahiy bulunmayan konularda ashabının görüşlerinden faydalanması, istişarenin sonucu kendi isteği doğrultusunda olmasa bile (Uhud öncesi olanlar) alınan karara uyması manidardır. Sahabe-i kiram, Allah Resulünün huzurunda açıkça görüş ve düşüncelerini ortaya koymuşlar, bir nevi içtihatta bulunmuşlardır. Peygamberimiz de onların görüş ve düşüncelerine değer vermişlerdir. Bu durum, sahabelerin Peygamber Efendimize sevgi ve bağlılıklarının artmasını sağlamış, ashabın gönüllerini hoş etmede ve kalplerini ferahlatmada onlara değer verip fikrini almada da bizlere ‘nümune-i imtisal’ (iyi örnek) olmuşlardır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Peygamberimize hitaben: “(O vakit) sen Allah’dan bir esirgeme sayesindedir ki, onlara mülayemetle (yumuşak, halim-selim, merhametli) davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın, onlar etrafından herhalde dağılıp gitmişlerdi bile! Artık onları bağışla, (Allah’dan da) günahlarının affolunmasını iste. İş hususunda onlarla istişare et. Bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah kendine güvenip dayananları sever.” (3 Al-i İmran Suresi 159) hükmü beyan buyrulmuştur. Dikkat edilirse, “İş hususunda sahabesiyle istişare etmesi” emir sigasıyla (rey sahipleriyle istişare etmek ve onların görüşlerine uymak) bildirilmiştir. “Yapacağın işler hakkında onlarla istişare et” emri, cemiyeti ilgilendiren işlerde toplumun katılımını sağlamayı hedef alır. Çünkü İslam’ı temsil edenler bir cevher, bir tohum niteliğindedir. Onun için her fert, gücü ve kabiliyeti nisbetinde gelişip yetişmeli, yetiştirilmeli ve toplumun faydalı bir unsuru olmalıdır. Bütün bunlar göstermektedir ki; İslam, Şura’ya, istişareye büyük önem vermiştir. Esasen hesap gününü düşünen bir mükellef diğer insanların haklarını ve mesuliyetlerini ilgilendiren bir meselede karar verirken çok dikkatli olmak durumundadır.
İslam’ın temel hedefi; insanların can, mal, nesil, akıl ve din emniyetlerini sağlamak, haklarını ve hürriyetlerini korumaktır. Bu temel hedefin gerçekleşmesinde; kelime-i şahadeti ikrar ve tasdik eden her mükellefin mes’ûliyeti vardır. Bir mükellefin; iki veya daha fazla kimseyi ilgilendiren hususlarda, sadece kendi muhakemesiyle karar vermesi kat’iyetle yanlıştır. Gerek aileyi, gerekse toplumu ilgilendiren konularda müşavere etmenin zarureti nassla sabittir. Kur’an-ı Kerim’deki surelerden birisinin ismi bile “Şûra Suresi”dir. İstişare ve şûra, İslam toplumunun kendi işine kendilerinin sahip çıktığını, başkalarına esir ya da muhtaç olmadıklarını, dağınık ve dayanıksız bir toplum değil, birlik ve beraberlik içinde bir toplum olduklarını, fikir ve işbirliği yapabilen bir yapıya sahip bulunduklarını en bariz şekilde ortaya koyan bir dindir. Ayrıca istişare, tevhid esasına, ihlas ve samimiyete, gizli veya açık şirke düşmeme temeline dayanır. İslami bir şuranın vazifesi, kendi şahsi arzu ve isteklerini ortaya koymak değil, istişare edilen konuda toplumun meşru menfaatlerini korumak suretiyle hakkı araştırmak, gereken ilahi hükmü tayin etmektir. “Rablerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar, işleri, aralarında şura, danışma iledir” (Şura, 42/38) Namazla yan yana zikredilen şûra, akılların saf tutması, bir bakıma akılların cemaatle namaz kılmasıdır. Ortak akla Allah cemaat sevabı verir, bereket hasıl olur. Şûra kelimesi, arının bal yapma süreci ile alakalıdır. Arıların işbirliği ve dayanışmasını ifade eder. Şûra, kolektif bir gayretle akıl çiçeklerinden toplanan özün bir petekte bala dönüşmesidir.
Dikkat Dikkat
İncinmemek/İncitmemek
“İnsanı inciten kişinin, Allah’ı incittiğinden haberi yoktur. O bilmiyor ki bu küpün suyu, Hak ırmağının suyu ile birleşmiştir.”
“Bilgisizliğimiz, körlüğümüz yüzünden, Hakk’ın velîlerini hor görmek, onları incitmek istiyoruz.”
“İbtilâ, belâya uğrayış bir hastalıktır, belâya uğrayan kişiye acırlar, ama ahmaklık öyle bir hastalıktır ki başkalarını da yaralar ve incitir.”
“Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sahiplerinin gönüllerini kırmaya çalışırlar.”
“Bu gönül evinin içinde kimin bulunduğunu biliyorsanız, bu gönül sahibinin kapısı önünde ettiğiniz terbiyesizlik nedendir?”
“Oysa bir Allah adamının, yani bir peygamberin veya velînin gönlü incinmeyince, Allah hiçbir kavmi rezîl ve rüsvâ etmemiştir.”
Dolayısıyla tasavvuf, incitmemek bahsi üzerinde ziyadesiyle durur. Öyle ki, incinmemek derecesinde… (Celaleddini Rumî)
Hasan-ı Basrî Hazretlerinin istiğfar tavsiyesi
DERS
Hak dostlarından Hasan-ı Basrî Hazretleri’ne dört kişi gelerek, biri kuraklıktan, diğeri fakirlikten, bir diğeri tarlasının verimsizliğinden, sonuncusu da çocuğunun olmayışından yakınıp Hazret’ten himmet talep ederler. O büyük velî, onların her birine de “istiğfâr”ı tavsiye eder. Yanındakiler, kendisine:
“-Efendim, bu kimselerin dert ve sıkıntıları farklı, lâkin sizin hepsine de tavsiyeniz aynı!” derler. Hasan-ı Basrî Hazretleri onlara şu âyet-i kerîmeyle cevap verir:
“Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. (Mağfiret dileyin ki) üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin, mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın, size bahçeler ihsân etsin, sizin için ırmaklar akıtsın!” (Nûh, 10-12)
Demek ki Cenâb-ı Hak, tevbe ve istiğfâr eden kullarını, pek çok sıkıntıdan kurtarıp onlara nice lûtuflarda bulunmaktadır. Dolayısıyla Hakk’ın rahmetini celbedip gazabını teskin edecek en mühim vesîle, kulun, ihlâsla Rabbine yönelip, O’ndan, hatâ, kusur ve günahlarının affını dilemesidir.
Vahyin Dilinden
“Sana vahyedilen kitaptan bölüm bölüm oku, ilgili ayetlerini uygula. Namazı adâbına riayet ederek aksatmadan âşikâre kıl. Namaz, meşru olmayan şehevî fiilerden, gayri meşru ilişkilerden, zinadan, haddi aşmaktan, cimrilikten, ahlâksızlıktan ve şeriatın suç saydığı, haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü’minlerin icrasında hayır görmediği şeylerden, bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yapmaktan insanı alıkoyar. Allah’ı zikir, namaz, Allah’ın övünç kaynağı kelamını okumak, Allah’ın dinini tebliğ elbette en büyük ibadettir. Allah’ın kullarına lütfuyla ilgisi ise en büyük mazhariyettir. Allah hile ile kurduğunuz düzenleri, tuzakları ve ilişkileri biliyor.”
(29 Ankebut, 45. Âyet)
Allah Rasulü’nden
Rasûlullah (sav) buyurdular: “Mü’min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.”
(Tirmizî, Birr, 48)
Günün Sözü
“Dünyada meşhur olma arzusuna kapılan kimse, asıl ahirette meşhur olma gerektiğini hissedemez. Bu sebeple dünyada meşhur olan nice kimseler var ki, ahirette meçhul kalırlar! Sakın sen de dünyada şöhret peşine düşüp de ahirette tanınmayanlardan olma!”
Bişri HAFİ
(Devam edeceğiz inşaallah)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.