Suriye imtihanımız
“Rabbimden Suriye’nin mazlum halkı için bir kez daha sabır niyaz ediyorum. Bu ağır imtihandan Suriye inşallah zaferle çıkacak. Suriye ağır imtihan yaşarken, Suriye’nin kardeşi olarak biz de inşallah imtihanımızı başarıyla tamamlayacak, bir kez daha tarihe büyük millet olarak adımızı yazdıracağız.”
Bu cümleler, 28 Ocak 2014 tarihinde Meclis’teki Ak Parti grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan’ın ifadeleri.
Suriye konusunda küresel ve bölgesel odakların elleri kanlı; bunu biliyoruz. Hatta Türkiye’deki bazı siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve gazetecilerin de Esed’in değirmenine su taşıdıklarını artık gayet iyi farkındayız. Ancak bu durum imtihanımızı hafifletmiyor, aksine ağırlaştırıyor. Resmi ve sivil kurumların üç yıldır Suriyeli misafirlere yönelik başarılı çalışmaları da önümüzdeki imtihanı ortadan kaldırmıyor; bizi daha ciddi, yoğun, gerçekçi ve ileriye yönelik planlar ve faaliyetler yapmaya sevk ediyor; etmeli.
Suriye’deki kriz dördüncü yılını doldururken maalesef hâlâ olması gereken duyarlılık kamuoyunda yok. Bunun en büyük müsebbibi hiç şüphesiz yukarıda temas ettiğim kesimler. Ancak konuyu anlamasını ve ona göre davranmasını beklediğimiz çevreler de maalesef gereken ciddiyet ve sürdürülebilir adımları atmaktan uzak.
Benzer birçok konuda olduğu gibi Suriye konusunda da sığ ve tercüme haberlerle tavır belirleyen, kanaat sahibi olan vakıf başkanları, genel yayın yönetmenleri, yazarlar, siyasiler, bürokratlar olduğu müddetçe de dört değil on dört yıl da geçse vaziyet aynı kalacak gibi.
Bereket versin başta naklettiğim cümlelerin sahibi Başbakan Erdoğan ve hükümeti Suriye konusunda oldukça hassas. Ancak zirvedeki hassasiyet aşağı kademelere doğru indikçe zayıflayabiliyor. Sahadaki uygulamalarda aynı ciddiyet ve kararlılık her zaman görünmüyor. Krizin başından beri sık sık zikredilen Bayırbucak Türkmenleri ile ilgili bölgeyi ziyaret ederek edindiğim intibaları buradan nakletmiştim. Zaten bu tespitleri basında çıkan haberlere ve yayınlanan raporlara dayanarak yapmadığımı bu köşeyi takip edenler gayet iyi bilir. Ancak bu bilgi tek başına yetmiyor; fiiliyata dönüşmesi gerekiyor.
“Suriyelileri şehrimizde istemiyoruz!” diye ilan yapan bedbahtlar, “Suriyeli dilenciler her yeri istila etti!” diye yaygara yapan münasebetsizler veya Suriyeli kadınlarla ilgili haber ve rapor yazan namussuzlar var ve olacak. Ama namuslu ve şuurlu kesimler cesur, kararlı ve ferasetli adımlar atmadıkça bu olumsuzluklardan şikâyete hakları yok!
Konuyla ilgili en son SETA tarafından yayınlanan Ufuk Ulutaş ve Halid Hoca imzalı 36 sayfalık gayet isabetli rapor bile ‘çıkış yolu’ teklif ederken Türkiye’nin sorumluluklarına hiç temas etmemiş. Oysa Suriye meselesi Başbakan’ın en baştan beri ifade ettiği gibi âdeta bizim iç meselemiz. Bizim imtihanımız. Dünya kaybetse bile bizim bu imtihanı kaybetme lüksümüz yok. Dünya görmese bile bizim buradaki insani trajediyi, jeopolitik projeyi görmeme lüksümüz olamaz…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.