O İhtiyar artık ‘huzursuz’dur
Eşini, evini kaybetmiş ihtiyar, çocuklarının işi-gücü, arkadaşları, buluşmaları, eğlenmeleri, tatile çıkmaları vb. sırasında kendisinin bir ‘engel’ teşkil edeceğini düşünür. O ihtiyar artık ‘huzursuz’dur. İşte tam bu sırada ‘huzur evi’ devreye girer. Huzur evinin devreye girmesi, insanın devreden çıkması demektir.
Not Defterimden
Eğer sevdiklerin yanında değil, sağlığın da yerinde değilse ihtiyarlık bir çileye dönüşür. İnsan yaşlanınca çocuk gibi olur; güçsüz, güvensiz, yardıma muhtaç ve nazlı.
Büyük ailenin varlığını sürdürdüğü yıllarda yaşlılar evlatlarının, torunlarının, sevdiklerinin yanında son günlerini geçirir, çok iyi muamele görür, saygıda kusur edilmez ve onlar da huzur içinde son nefeslerini verirdi.
Türkiye’de hâlâ nüfusun yüzde otuzu köylü, yüzde otuzu da şehre gelmiş köylüdür. Bu sebeple ‘büyük aile’nin tamamen ortadan kalktığı söylenemez.
Gelenek bir şekilde sürmektedir. Aile küçülse de yaşlanan ana-babaya bir şekilde bakılır. Onları ‘huzur evleri’ne terk etmek vefasızlık, insafsızlık, sevgisizlik olarak değerlendirilir.
Ancak şehirlerde çalışan anne, çalışan baba işe gidince yaşlılar evde yalnız kalır. Bazıları torun bakar, zordur ama böylece hâlâ işe yaradıklarını gösterirler. Ana-baba için de bir güven kaynağıdır bu.
Ama yine de her iki tarafın içi rahat değildir. Eşini, evini kaybetmiş ihtiyar, oğlunun veya kızının yanına sığınmışsa (eskiden bu kelimeyi kullanmak fevkalade ayıp sayılırdı. Ne demek sığınmak) hayatın akışı, zamanın ruhu, yeni hayat tarzı içinde kendini bir ‘yük’ gibi algılar. Çocuklarının işi-gücü, arkadaşları, buluşmaları, eğlenmeleri, tatile çıkmaları vb. sırasında kendisinin bir ‘engel’ teşkil edeceğini düşünür. Ki gerçek de böyledir. Yaşlı adam artık ‘huzursuz’dur.
Gençler de bu ‘yaşlı’ya gereken ihtimamı gösteremediklerinden, onu kırmaktan çekindiklerinden, onu ne yapacaklarını bilemediklerinden dolayı gergin, yani ‘huzursuz’durlar.
İşte tam bu sırada ‘huzur evi’ devreye girer. Huzur evinin devreye girmesi, insanın devreden çıkması demektir. Ananızı-babanızı bir ‘kurum’a emanet ediyorsunuz ve içiniz rahat değil.
Oysa bu ‘batılı hayat tarzı’nın kurumsallaşmanın getirdiği bir organizasyon, bir çaredir. Ki biz de yavaş yavaş buna alışıyoruz.
Batı’da aile bağları iyice gevşediğinden son yıllarda karı-koca dahi ayrı ayrı evlerde oturmayı; ‘kendi hayatlarını yaşamayı’ tercih ediyormuş. Çoğu boşanıyor zaten. Çocuklar ya kreşte, yahut yatılı okuldadır.
Geçen yıllarda hatırlarsanız çok sıcak bir yaz geçirmiştik. O yaz sadece Fransa’da 15.000 yaşlı, yalnız yaşayan insan öldü.
Ölümleri tatilde olan çocuklarına, yakınlarına bildirildiğinde şu cevap geldi: ‘Morga kaldırın, biz tatilden sonra ilgileniriz’.
Otuz yıldır Almanya’da yaşayan bir mühendis arkadaş, Avrupalıların tatile çıkarken ‘ayak bağı’ olur diye çocuklarını yanlarında götürmediklerini anlattı.
Teknolojik-medeniyetin doğurduğu zihniyet, ‘birey, birey... Bireyin mutluluğu’ diye bağıran ses sonunda bireyi umutsuz bir yalnızlığa itiverdi.
Kurumlar ne kadar konforlu olursa olsun bir ‘insan’ın yerini tutamıyor.
(Mustafa KUTLU)
Kanaat artık Istanbul’da bir lokanta adıdır
Kanaat kavramı çok mühim bir kayıp vermiştir. Önceden bütün işletmelerde ‘Rızık Allah’tandır’ levhaları asılı idi. Sadece mütedeyyinlerin değil, bugün mütedeyyin diyemeyeceğimiz insanların dükkânlarında da asılı görürdünüz. Şimdi bütün dükkânları gezin fotoğraf çekmek için bir tane bulamazsınız.
İKAZ
Bir ilmin veya dinin içerisindeki değişimleri iki şekilde takip edebiliriz.
Birincisi; ana terim ve kavramların muhtevalarının değişip değişmediğidir.
İkincisi ise; ana terim ve kavramların hiyerarşik sıralamasının değişip, değişmediği. İslam ahlakının modern dönemde anlaşılması, algılanması ve yaşanması söz konusu olduğunda, ahlak kavramlarının sırasına, eskiden kullanıldığı içeriğe sahip olup, olmadığına bakmamız lazım. Buradan ahlak alanına intikal edersek; bugün ahlak alanında çok ciddi bir altüst oluşun yaşandığını ve bunun farkında olmadığımızı söylememiz lazım. Ahlak kavramının uğradığı erozyona ‘kanaat’ kavramı önemli bir misaldir. Kanaat artık İstanbul’da bir lokantanın adıdır.
Toplumda kanaat diye bir şey kalmadı. Kanaat İslam ahlakının merkezi kavramlarından biridir. İtikadi olarak Allah’a imanla ilgilidir. Allah’a iman ise akaitte birinci sırada yer alan bir konudur. İnanç söz konusu olduğunda kanaat birinci sıradadır. Fakat bugün toplumda son sıralarda olduğunu görüyoruz. Kavram duruyor lakin hiyerarşik sıralaması ve içeriği değişmiştir. Kanaat kavramı çok mühim bir kayıp vermiştir. Mesela ben İstanbul’a geldiğim yıllarda bütün işletmelerde ‘Rızık Allah’tandır’ levhaları asılı idi. Sadece mütedeyyinlerin değil, bugün mütedeyyin diyemeyeceğimiz insanların dükkânlarında da asılı görürdünüz. Şimdi bütün dükkânları gezin fotoğraf çekmek için bir tane bulamazsınız. Bugün bir finans kurumunun duvarına böyle bir levha asarlar mı? Mesela finans kurumları hat yarışmaları yapıyor. Bir yarışmada da bu konuyu işlerler mi? Veya bir AVM; Peygamberimizin hadisi olan ve eskiden dükkânlarda gördüğümüz “Kanaat tükenmez bir hazinedir” levhasını acaba duvarına asar mı?
Birinci derecede bir İslam kavramının İslam’ın yükselişte olduğu bir dönemde toplumun dilinden, günlük hayatından kaybolmuştur. Buna kimsenin işaret etmemesi de daha ciddi bir problemdir. Türkiye’de yer yerinden oynuyor, dindarlaşma yükseliyor, şu kadar imam hatip açılıyor, başörtülüler her yerde fakat bu nasıl bir yükselişse “Kanaat tükenmez bir hazinedir” hadis-i şerifi de artık ortadan kalkıyor. Türkiye’de ve İslam toplumlarında ahlak alanında çok büyük bir çöküntü var ve çöküntüye kimse işaret etmiyor, ciddi olarak uğraşmıyor.
(İsmail KARA)
Vahyin Dilinden
“… Hoşunuza gitmeyen bir şey çoğu kere sizin için hayırlı olabilir. Yine sevdiğiniz bir şey de çoğu kere hakkınızda şer olabilir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (Zımnen: Doğruyu belirleyen sizin beğeniniz değildir. Aksine siz beğeninizi doğruya göre belirleyin.)
(2 Bakara, 216. Âyet)
Allah Rasûlü’nden
Rasûlullah (sav) buyurdular: “Yarım hurma ile de olsa ateşten korunun. Bunu da bulamayan, güzel ve hoş sözle korunsun.” (Buhârî)
Rasûlullah (sav) buyuruyor: “Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah’a taleb edilen (dünyevî şeylerden) Allah’ın en çok sevdiği afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlere dua etmek gerekir.” (Tirmizî) Günün Sözü
“Günah yasak olduğu için acı vermez, acı verdiği için yasaktır.”
(GOETHE)
TEBESSÜM
Ben birisine deli dersem...
Ünlü hekimlerimizden Prof. Dr. Mazhar Osman Bey’e, “Efendim, sizin için deli diyorlar. Ne düşünüyorsunuz?” diye sorarlar.
O da, “Vallahi, onun bunun bana deli demesi hiçbir anlam ifade etmez. Ama ben birisine deli dersem yandığı gündür,” cevabını verir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.